PLATFORMLAR
VE KABİLİYETLER
Dünya
üzerindeki ülkelerin ve siyasi yapıların silahlı kuvvetleri değerlendirilirken,
genelde sahip oldukları silah sistemleri üzerinden değerlendirme yapılır.
Silahlı kuvvetlerin, silah ve asker sayıları dışındaki diğer bileşenleri; örneğin teşkilatları, komuta
kontrol yapıları ve sistemleri, lojistik yapıları, doktrinleri, harbin sevk ve
idaresindeki usül ve esasları, eğitim durumu ve seviyesi, mühimmat durumu vb.,
yine ülkenin savunma sanayiinin gerçek durumu pek irdelenmez. Hatta stratejist olarak
isimlendirilen uzman ve akademisyenler, bazen silahlı kuvvetlerin silah ve
teçhizatını önemsemezler veya yeterince . Sun Tzu’nun meşhur “Taktik olmadan
strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi
yapılan gürültüdür.” sözü, günümüzde hem askeri taktiklerin, hem de silah
sistemleri dışındaki sistem ve kabiliyetlerin küçümsenmesinin başlıca
bahanelerinden biri olmuştur. Aslında, o sözün ilk kısmı yanlış, ikinci kısmı
doğrudur. Taktik seviyede doğru uygulama olmadan strateji ancak kağıt üzerinde
bir anlam ifade eder. Gerçek hayatta böyle bir şey mümkün değildir.
Muharebeleri kaybediyorsanız, stratejiniz zaten yanlış demektir.
Silahlı
kuvvetler, devletlerin varlıklarını muhafaza etmek, ulusal menfaatlerini elde
etmek ve korumak için kullandıkları başlıca vasıtalardan biridir. Ama tek
vasıtası değildir. Olmamalıdır da. Şüphesiz diplomasi, istihbarat ve dış ticari
ilişkiler de bu vasıtaların içindedir. Dolayısıyla, silahlı kuvvetler yapılanırken
diğer dış politika unsurları ile birlikte bu görevleri yerine getirecek şekilde
teşkilatlanır. Silahlı Kuvvetler ülkenin
iç düzeni ve asayiş için de görevlendirilebilir. Ama bu kalıcı değil, geçici
bir durum olmalıdır. Devletin kolluk güçleri iç tehditlere karşı koyacak
seviyede güçlü olmalıdır. Silahlı kuvvetler ancak kolluk kuvvetleri yetersiz
kalırsa işin içine girmelidir. Aksi takdirde bir süre sonra iç siyasetin
konusu, bazen de unsurlarından biri olması tehlikesi ortaya çıkar. Zaten bizim
mevzuatımız da esasen emniyet ve asayiş için kolluk kuvvetlerinin asli görevli
olduğu yönündedir. Bizdeki PKK terörü gibi dış destekli ve sınırların öte
tarafında, komşu ülkelerde yapılanmış terör
örgütleri ile mücadele zorunluluğu varsa, silahlı kuvvetlerin sürekli olarak ülke
içinde terörle mücadelede görev alması
gerekebilir. Bu durumda, hukuki çerçeveler, ayrıntılı ve titiz bir şekilde
belirlenmelidir.
Silahlı
kuvvetler, adı üstünde silah kullanan organizasyonlardır. Silahlı
kuvvetler, öncelikle silahlı çatışma ve
siyasi irade tarafından emir verilmesi halinde, silah kullanmayı gerektiren
görevler için (hudut emniyeti, kolluk kuvvetlerini takviye vb.) yapılandırılır.
TSK örneğinde olduğu gibi silahlı
kuvvetler hem iç, hem de dış tehdide göre yapılanmak zorunda kalabilir. Bir
diğer önemli görevleri ise doğal afetlerde sivil idareye ve halka yardımdır. Devletler, bunun için silahlı
kuvvetlerine silah ve araç temin eder, silahları kullanacak askerleri
yetiştirir, silahların kullanılmasını destekleyecek diğer kabiliyetleri tedarik
eder, sistemleri kurar ve bütün bunları idame ettirirler. Tabii, bu ciddi mali kaynak ve insan gücü
gerektirir. İnsan gücü de iyi eğitilmiş olmalıdır. Dolayısıyla doğru seçimler
yapılmalıdır. Aksi takdirde ciddi ölçüde kaynak boşa harcanmış olur.. İşte asıl
stratejik hatalardan biri budur. Doğru taktik uygulamaların düzeltemeyeceği
stratejik hataların başında bu gelir.
Silahlı
kuvvetler, devletin tehdit algısına, dış ve bazen iç siyasetine göre ve de
coğrafya ile iklim şartlarına göre yapılanırlar. Örneğin ABD, İngiltere ve
Japonya gibi devletlerde, deniz kuvvetleri önceliklidiSilahlı
Kuvvetler ülke savunması için yapılanmakla beraber, bazı devletler, ülkelerine
doğrudan tehdit algılamadıklarında, silahlı kuvvetlerinin tamamı veya bir
kısmını dış politik gayelerle, deniz aşırı bölgelerde görev alacak şekilde
teşkil ve teçhiz edebilirler. ABD Silahlı Kuvvetleri bu şekildedir. Yine
İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda Kara Kuvvetleri, müttefik ordularla,
özellikle ABD ile müşterek harekat yapılacağı düşüncesi ile teşkil ve teçhiz
edilmişlerdir. Örneğin Yeni Zelanda ülkesine hava tehdidi olmayacağı düşüncesi
ile Hava Kuvvetlerinde savaş uçaklarını hizmetten çıkarmıştır. Fransa, geçmişte sömürgelerini elde tutmak, günümüzde
de Afrika Ülkelerine müdahale etmek için meşhur Yabancılar Lejyonunun kurmuş ve
hala kullanmaktadır.
Silahlı
Kuvvetlerin yapılanmasında önemli bir diğer husus ise, ülkenin coğrafyasıdır..
Bir ada ülkesinin deniz kuvvetlerine, kara ülkesinin kara kuvvetlerine öncelik
vereceği, hava kuvvetlerini de buna göre yapılandırdığı bilinen bir husustur.
Örneğin arazisi veya harekat yapmayı düşündüğü bölge çoğunlukla dağlık, ormanlık ve/veya bataklık
olan bir ülkenin kara kuvvetleri piyade
ağırlıklı, tankları çoğunlukla hafif ve orta tanklardan oluşur. Ana muharebe
tanklarının sayısı az olur. Zırhlı muharebe aracı ve zırhlı personel
taşıyıcılarının hafif ve çevik olmasına dikkat edilir. Tekerlekli zırhlı araç
sayısı genelde fazladır Topçusu ise ağırlıkla çekili veya kamyona monte hafif
topçu silahları ve ÇNRA’lardan oluşur. Ağır silah ve teçhizat pek istenmez.
Maddi durum elveriyorsa helikopter sayısı fazla olur. Hemen ardından hava
kuvvetlerine öncelik verilir. Kara Kuvvetleri üçüncü önceliklidir. ABD
örneğinde Deniz Kuvvetlerinin kendisinin dünyanın ikinci hava kuvveti
(Birincisi ABD Hava Kuvvetleri) vardır. Ayrıca oldukça büyük bir kara kuvveti
olan ABD Deniz Piyadeleri de, esasen Deniz Kuvvetlerinin harekatında görev
almak için teşkil edilmiştir. ABD Kara Kuvvetleri ise öncelik sırasında
gerilerdedir. Buna karşın takım adalardan oluşan Filipinler ve Endonezya
silahlı kuvvetlerinde kara kuvvetleri
önceliklidir. Bu ülkelerin deniz ve hava kuvvetleri oldukça küçüktür. Oysa ada
devletlerinin deniz kuvvetlerinin öncelikli olması beklenir. Ancak, bu
ülkelerde ciddi etnik gerilimler ve çatışmalar mevcuttur. Tehdit dışarıdan
değil içeriden beklendiği için, bu ülkeler
kara kuvvetlerine öncelik vermişlerdir. Kara kuvvetleri de iç güvenlik
ağırlıklı bir yapılanmaya sahiptirler. Tank ve zırhlı muharebe araçlarının
sayısı nispeten azdır. Tabii bunun bir bedeli de vardır. Özellikle Filipinler, tartışmalı
deniz alanlarında Çin’in deniz milisleri ile başa çıkamamaktadır.
Silahlı
Kuvvetler ülke savunması için yapılanmakla beraber, bazı devletler, ülkelerine
doğrudan tehdit algılamadıklarında, silahlı kuvvetlerinin tamamı veya bir
kısmını dış politik gayelerle, deniz aşırı bölgelerde görev alacak şekilde
teşkil ve teçhiz edebilirler. ABD Silahlı Kuvvetleri bu şekildedir. Yine
İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda Kara Kuvvetleri, müttefik ordularla,
özellikle ABD ile müşterek harekat yapılacağı düşüncesi ile teşkil ve teçhiz
edilmişlerdir. Örneğin Yeni Zelanda ülkesine hava tehdidi olmayacağı düşüncesi
ile Hava Kuvvetlerinde savaş uçaklarını hizmetten çıkarmıştır. Fransa, geçmişte sömürgelerini elde tutmak, günümüzde
de Afrika Ülkelerine müdahale etmek için meşhur Yabancılar Lejyonunun kurmuş ve
hala kullanmaktadır.
Silahlı
Kuvvetlerin yapılanmasında önemli bir diğer husus ise, ülkenin coğrafyasıdır..
Bir ada ülkesinin deniz kuvvetlerine, kara ülkesinin kara kuvvetlerine öncelik
vereceği, hava kuvvetlerini de buna göre yapılandırdığı bilinen bir husustur.
Örneğin arazisi veya harekat yapmayı düşündüğü bölge çoğunlukla dağlık, ormanlık ve/veya bataklık
olan bir ülkenin kara kuvvetleri piyade
ağırlıklı, tankları çoğunlukla hafif ve orta tanklardan oluşur. Ana muharebe
tanklarının sayısı az olur. Zırhlı muharebe aracı ve zırhlı personel
taşıyıcılarının hafif ve çevik olmasına dikkat edilir. Tekerlekli zırhlı araç
sayısı genelde fazladır Topçusu ise ağırlıkla çekili veya kamyona monte hafif
topçu silahları ve ÇNRA’lardan oluşur. Ağır silah ve teçhizat pek istenmez.
Maddi durum elveriyorsa helikopter sayısı fazla olur. Örneğin aşağıda,
Avusturya’nın SK105 Kürassier, Tayland’ın Stingray ve Endonezya’nın Hani
maru/Kaplan
tankları görülüyor .
Bu
tankların özellikleri ülkelerinin dağlık ve ormanlık arazileri için uygun olmalarıdır.
Düz arazisi olan veya muhtemel harekat alanı düz arazilerden oluşan bir bölgede
harekat yapmayı düşünen bir ülkenin kara kuvvetleri ağırlıklı olarak mekanize piyade ve tank
birliklerinden oluşur. Hava şartları da silah ve teçhizat seçiminde önemli bir rol oynar.
Rusya’nın T80 tanklarını hala hizmette tutmasının bir nedeni, türbinli motora
sahip bu tankların kuzey bölgelerinde daha rahat çalışmalarıdır.
Benzer
durum, deniz ve hava kuvvetleri için de geçerlidir. Örneğin, ekonomileri deniz
yoluyla ticarete dayalı olan; ABD, İngiltere ve Japonya, zamanında oldukça büyük donanmalar oluşturmuşlar ve
dünya denizlerinde hakimiyet için geçmişte çaba sarf etmişlerdir. Bu yüzden,
büyük tonajlı savaş gemileri inşa etmişler, 2.Dünya Savaşında ise bu üç devlet
uçak gemilerini deniz muharebelerinde ilk kullanan devletler olmuştur. Günümüzde
de ABD, dünyanın en büyük ve en güçlü deniz kuvvetlerine sahiptir. Dünya’nın hemen
hemen bütün denizlerinde ABD Donanması varlık göstermektedir. Çünkü küresel
deniz ticaretinin aksamadan yürümesi ABD için çok önemlidir. İngiltere ve
savaştan yenik çıkan Japonya’nın bugün de hatırı sayılı deniz kuvvetlerine
sahiptir. Çin ise son yıllarda büyük bir deniz kuvveti oluşturma yoluna
girmiştir. Eskiden beri kara ağırlıklı bir devlet olan Çin’in, büyüyen
ekonomisi nedeniyle deniz ticaretine daha bağımlı hale gelmesi, onu deniz
kuvvetlerini büyütmeye sevk etmiştir. Ayrıca büyüyen Çin ekonomisi, denizlerden
elde edilecek doğal
kaynaklara daha çok ihtiyaç duyması nedeniyle, Güney Çin Denizinde sığlıklar
üzerine suni adalar inşa etmektedir.. Bu nedenlerden dolayı, Çin’de uçak gemisi
başta olmak üzere büyük tonajlı savaş gemisi inşaatına yönelmiştir.
2.Dünya
Savaşı Almanyası ve Soğuk Savaş dönemi Sovyetler Birliği, deniz yollarını
emniyete almaktan çok rakiplerinin deniz ulaşımını kesmek için gayret
göstermişler ve bu nedenle, büyük tonajlı savaş gemilerinden ziyade
denizaltılar ve karada üslenen uzun menzilli bombardıman uçaklarına ağırlık
vermişlerdir. Almanlar 2.Dünya Savaşı Atlantik Cephesinde, meşhur U-botları ile
FW200 bombardıman uçaklarına güvenmişler, bir dönem İngiltere’nin dış
ticaretini ve sömürgeleri ile deniz ulaşımını önemli ölçüde sekteye uğratmayı
başarmışlardır. Ancak, ABD’nin savaşa girmesi sonucu, Amerikan Muhripleri ve
refakat uçak gemilerinin İngiliz Donanmasıyla müşterek harekatı sonucu,
Almanların bu çabası yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Sovyetler ise Soğuk Savaş boyunca nükleer
denizaltılarına ve karada üslenen TU22 ve TU95 bombardıman uçaklarına güvenmişlerdir.
Hatta Sovyet su üstü gemilerinin en önemli görevlerinden biri, Sovyet Balistik
Nükleer Füze Denizaltılarını korumak olmuştur. Balistik Nükleer Füze
Denizaltıları, günümüzde de; ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın başlıca
nükleer silah platformlarıdır.
Sovyetlerin
Soğuk Savaş boyunca deniz stratejilerinden bir diğeri ise, ABD ile Batı Avrupa
arasındaki deniz ulaşımını sekteye uğratmak, hatta kesmek olmuştur. Bunu da nükleer taarruz
denizaltıları ve uzun menzilli bombardıman uçaklarından atılan füzeler ile yapmayı planlamışlardır. Bu stratejik
yaklaşım nedeniyle, Sovyetlerin uzun menzilli bombardıman uçakları ve bunları
savunacak avcı uçaklarından oluşan, ABD kadar olmasa bile, Hava Kuvvetlerinden
ayrı, büyük bir deniz hava kuvveti olmuş, ancak sekiz nispeten küçük gemi
dışında kayda değer sayıda uçak gemisi olmamıştır. Olanların da ABD Uçak
Gemilerinin yanında esamesi okunmaz. Çin’de benzer yapılanmaya giderek uzun
menzilli havadan satıha uzun menzilli füzeler taşıyabilen H6 bombardıman
uçakları, JH7 av bombardıman uçakları, J11 av uçaklarından oluşan,
karada üslenen bir deniz hava
kuvveti teşkil etmişti. Ancak; Çin, son yıllarda, uçak gemilerine önem vermeye
başlamış ve uçak gemilerinde konuşlu J15 savaş uçaklarını da hizmete almıştır.
Hava
kuvvetleri coğrafyadan en az etkilenen kuvvettir. Hava Kuvvetlerinin teşkili ve
idamesi oldukça pahalıdır. Hava kuvvetlerinin uçakları, mühimmatı, pilot ve
bakım personelinin eğitimi, yedek parça ve yakıtları oldukça pahalıdır. Hava
vasıtaları yani uçak ve helikopterler ve bunların yedek parçaları, dünyada az
sayıda ülke tarafından, genelde ileri teknoloji kullanılarak üretilmektedir.
Buna karşın uçak ve helikopterlerin hem büyük bir ateş gücüne sahip olmaları,
hem de arazi arızalarından, denizlerden etkilenmeden uzak mesafe kat
edebilmeleri, hava kuvveti olan ülkelere
büyük imkanlar sağlar. Uçak ve helikopterler;
havadan keşif, gözetleme, komuta kontrol, elektronik harp ve ulaştırma
maksatlı pek çok fonksiyonun ifası için elverişli platformlar sağlar. Bu
nedenle de; pek çok ülke ordusunda, uçak ve helikopterler, sadece hava
kuvvetlerinde değil, kara ve deniz kuvvetleri içerisinde bulunmaktadır. Burada
dikkat edilmesi gereken husus, bunların bağlı oldukları kuvvetin bir parçası
olduklarıdır. Örneğin, hücum helikopterleri (S70/UH60 Sikorsky, UH1 vb.) ile
icra edilen bir hava hücum harekatı, kara harekatının bir konusudur. Yine bir
deniz karakol uçağının harekatı, deniz kuvvetlerinin icra ettiği denizaltı
savunma harekatı kapsamında değerlendirilebilir. Bunların harekatı, hava
kuvvetleri ile koordine edilir. Bazı ülkelerde ise, bütün hava vasıtaları, hava
kuvvetleri bünyesinde bulunur. Ancak, uygulamada bu durumun, kara ve hava
kuvvetlerinin harekatını ciddi şekilde sekteye uğratma riski vardır.
Hava
kuvvetleri için önemli bir konu savaş uçağının konumudur. Savaş uçakları, hava
kuvvetlerinin temel silah sistemidirler. Hava kuvvetleri, savaş uçaklarını
uçurmak için vardır. Hava kuvvetlerinin diğer unsurları savaş uçaklarını
uçurmak için yapılandırılır. Yani uçak, hava kuvvetine uymaz, kuvvetin tamamı
veya bir kısmı uçağa göre yapılanır, şekillenir. Çünkü modern savaş uçaklarının
on binlerce parçası vardır. Havadan havaya ve havadan yere güdümlü mühimmatı,
savaş uçağına, otomobile tüp taktırır gibi uçağa takamazsınız. Mühimmatın,
uçağın sistemine entegresi için yazılım ve bazen donanımda gerekli
değişiklikleri yapmanız gerekir. Bu da ciddi bir mühendislik çalışması
ihtiyacını beraberinde getirir. O yüzden istediğiniz mühimmatı uçağa
takamazsınız. Bunun için üretici firmanın işbirliği, en azından müsaadesi
gerekir. Yine uçak ve helikopterlerin çoğu parçaları, pahalı ve özel üretim
teknikleri ile üretilir. Uçak parçaları saati gelince değiştirilir. Biraz daha
idare etsin diyemezsiniz. Çünkü uçağı arızalanınca sağa çekemezsiniz. Bu yüzden
uçakların yedek parça ikmali ve uçak bakımı ciddi ve titiz bir lojistik
faaliyettir. Tabii bu da beraberinde buna uygun alt yapı (hangar, bakım tesisi
vb.) inşaasını gerektirir. Ayrıca envanterinizde bakım için yeterli alet,
avadanlık ve teçhizat gerektirir ki, bunların da bir kısmı özel yapım olabilir.
Bunların dışında pilotlar ve bakımcıların uçağa aşina olmaları, “ince
noktalarına” hakim olmaları gerekir. Bunlar çoğu zaman dokümanda yazmaz, zaman
içinde kullanıldıkça öğrenilir. Pilotların uçağı tanımaları, intibak etmeleri
zaman alır. Her uçak esasında kendi kültürünü getirir. Bunun kuvvet içinde
oturması yine yıllar alan bir süreçtir.
Silahlı
Kuvvetlerin teçhizinde, alınacak silah ve araçların seçiminde dikkat edilecek hususlardan
biri de ülkenin ekonomik durumudur. Ülke ekonomisi, arzu edilen silahların
tedariki için gerekli mali kaynakları sağlayabilecek güçte midir.? Yoksa bunun
için dış yardıma mı ihtiyaç vardır? Eğer algılanan tehdit için gerekli silah,
araç ve teçhizatın tedariki için yabancı bir ülke veya ittifakın dış yardımına
muhtaçsanız veya siz öyle hissediyorsanız, bu durumda alınan dış yardımların
bir bedeli olacaktır. Ayrıca, size yardım yapan yabancı ülke ile askeri eğitim iş birliğiniz sıkı fıkıysa,
silahlı kuvvetlerinizin mensupları o
ülkenin etkilerine açık olacak demektir. Burada asıl sorun, sizin milli
menfaatleriniz, söz konusu ülke veya ülkelerin menfaatleri ile çatıştığında ortaya çıkar. Sizin için
hayati bir konu, o ülkeler için önemli olmayabilir. Sizin hassasiyetleriniz, o ülkeler için hiç önemli olmayabilir. Ve siz
milli menfaatleriniz için askeri harekat yapmak istediğinizde, bazen
aşağılayıcı tarzda size engel olurlar. Her şeye rağmen harekatı icra ederseniz
de size ambargo uygularlar.
Ülkenizin
ekonomik gücü, yukarıda da bahsedildiği gibi, silah, araç ve malzeme tedarikinizde önemli rol oynar.
Eğer savunma sanayii, silahlı kuvvetlerinizin en azından temel ve kritik
addedilen silah, araç, mühimmat ve malzemeyi, alt sistemler dahil
üretebiliyorsa, milli menfaatlerinizi daha rahat takip edebilirsiniz. Yurt
dışından silah alsanız bile, ekonomik gücünüz nedeniyle size ambargo
konamıyorsa, yine istediğiniz silah ve aracı, gönül rahatlığıyla alabilirsiniz.
Kimse de size engel olamaz. Ama size örtülü veya açık ambargo koyma ihtimali
olan ülke veya ülkelerden sırf daha iyi diye silah, araç veya alt sistem
alıyorsanız, hata yapıyorsunuz demektir. Eğer söz konusu silah veya araçların
yedek parçalarını savunma sanayii veya dış piyasadan temin edebiliyorsanız yine
sorun yok demektir.
Şimdiye
kadar hep silah ve araçlardan bahsettik. Ancak onlar kadar silahlı kuvvetler
için önemli diğer unsurlar; doktrin, kurum kültürü, eğitim,
gelenekler, personel yapısı ve yönetimi vb. dir. Silahlı kuvvetler,
öğrenen bir organizasyon mu, yoksa yeniliklere kapalı mı? Kurum olarak yaratıcı
mı? Değil mi? .Bunlar da silahlı kuvvetlerin savaş gücünü çok etkileyen
unsurlardır. 2. Dünya Savaşında, 1940 yılında İngiliz ve Fransız Ordularının
aslında daha güçlü olmalarına rağmen Almanlara karşı yenilmelerinde, doğru doktrini benimsememeleri
önemli rol oynamıştır. Disiplin durumu çok önemlidir. Disiplini zayıf bir ordu
ağır baskı altında dağılır. Savaş gücünü muhafaza edemez. Hamas ve
Hizbullah’ın, İsrail karşısında, Arap Devletlerinin Ordularına göre daha
başarılı olmalarının önemli bir nedeni de, söz konusu örgüt militanlarının,
Arap Devletlerinin düzenli ordularından daha disiplinli olmalarıdır.
Silahlı
Kuvvetlerin teşkil, teçhiz ve eğitilmesinde önemli hususları yukarıda büyük
ölçüde inceledik. Ancak, silahlı kuvvetlerin başarılı askeri harekat icra
etmelerinde kuvvet çarpanları dediğimiz kabiliyetler de silah sistemleri kadar
önemli rol oynar. Bunlara; ağ destekli harekata uygun, etkin bir komuta kontrol
sistemi, elektronik harekat/harp sistemleri, siber harekat yapabilme, etkin keşif,
gözetleme ve istihbarat sistemleri, etkin ve hızlı bir lojistik sistemin varlığı örnek
verilebilir. Bu örnekler daha da artırılabilir. Bunlar, mevcut silah sistemlerinin etkinliğini çok artıran yeteneklerdir. Örneğin bir ordunun
topçularının ADOP (Ateş Destek
Otomasyon Projesi) sistemi ile teçhiz edildiğini, silahların çoğunun 105 mm
M101, 155 mm M114, 203 mm M115 gibi eski silah sistemlerinden oluştuğunu, karşı
tarafın ise 105 mm L119, 155 mm M777 silahlarından müteşekkil olduğunu kabul
edelim. .ADOP komuta kontrol sisteminin bir parçasıdır. ADOP Sistemi olan
topçular karşı tarafa göre çok daha hızlı ateş açabilirler, ateşlerini toplayıp
kaydırabilirler. Öbür taraf ise her zaman tepki vermekte geç kalacaktır. Komuta
kontrol sistemlnde zafiyet, 1974 Kıbrıs Barış Harekatında Kocatepe Faciası örneğinde olduğu gibi vahim durumlara yol
açabilir. Bahar Kalkanı Harekatı, ağ destekli harekatı destekleyen bir komuta
kontrol sistemi ve güçlü elektronik harp sistemlerinin; silahlı insansız hava
araçları (TB2 ve Anka S), 155 mm Fırtına ve 122 mm Sakarya ÇNRA’nın etkinliği
nasıl artırdığına güzel bir örnek olmuştur. Yine aynı harekatta ağ destekli
harekat yeteneği, Türk Hava Kuvvetlerinin uzak mesafede hava ve kara
hedeflerine isabetli atışlar yapmalarına imkan vermiştir.
Elektronik
harp ve siber harp yetenekleri de bir ordunun savaş gücünü önemli ölçüde
artırır. Elektronik harp vasıtaları hem düşmanın haberleşmesini dinleyerek
istihbarat elde edilmesini sağlar, hem de karşı tarafın telsiz haberleşmesini
engelleyerek düşman komutan ve karargahlarının, birliklerine emir ve komuta
etmesine, birliklerinin harekatını takip etmesine engel olur. Elektronik harp
birlikleri, düşmanın radar ve diğer erken ikaz ve atış kontrol sistemlerini
körleterek, bu sistemlere bağımlı silahlarını etkisiz hale getirebilir. Yine
radarların yerleri tespit edilerek, düşmanın taktik tertiplenmesi önemli ölçüde
tahmin edilebilir. Düşman, veribağı
kullanıyorsa, bunun kesilmesi, en azından baskı altında tutulması, düşmanın emir
ve komutasını sekteye uğratacağı gibi, bir kısım silah sistemlerini etkin
olarak kullanmasına da engel olur. Bu kapsamda siber harp veya harekat yeteneği
de günümüzde önem kazanan bir yetenek olarak öne çıkmaktadır. Günümüzde silah
ve araçlar gün geçtikçe daha dijitalize olmakta, mekanik, hidrolik ve
elektrikli kontrol sistemleri, yerlerini bilgisayarlara bırakmaktadırlar. Bu
sistemler yazılımlara ve donanıma dayalı olup git gide birbirlerine daha çok
bağılantılı olmaktadır. Nesnelerin interneti, veri füzyonu, yapay zeka vb.
teknolojik yenilikler silah sistemlerine ve komuta kontrol sistemlerine de uygulanmaktadır.
Bu yenilikler, sensörlerden gelen veriyi
hızla bilgiye dönüştürerek silah sistemlerinin kapasitelerini ve
sinerjisini artırmaktadır. Ama bu durum yeni hassasiyetler de yaratmaktadır.
İşte siber harp, rakiplerin/düşmanların
hassasiyetlerini istismar etmeyi hedeflemektedir. Modern ordular artık
hacklenmeye karşı hassastır. Bu alanda kazanılacak yetenekler, şüphesiz düşmanlara karşı büyük
üstünlük demektir. Ancak, bu söylenmesi kolay, yapması oldukça zor bir olaydır.
Başarıldığı takdirde ise ciddi etkileri olacaktır.
Keşif,
gözetleme ve diğer istihbarat
yetenekleriniz, size muharebe sahasında üstünlük sağlayacak yeteneklerdir. Eğer
hedef istihbaratı elde etme yeteneğiniz kısıtlıysa, en modern silah
sistemlerine sahip olsanız, dahi bir işe yaramaz. Hangi silahı kullanırsanız
kullanın ilk önce hedefi görmeniz veya yerini tespit etmeniz gerekir. Etkili
bir keşif ve gözetleme sistemi, sizi baskınlardan korur, düşman durumunu takip
etmenizi, komutanlarınızın her seviyede doğru karar almasını sağlar. Hatta
siyasi otoritenin doğru diplomatik hamleleri yapmasında rol oynar (Aslında bu
daha çok dışişleri ve istihbarat bürokrasisinin görevidir.). İç istihbaratınız
sağlam değilse, düşmanın sizi içeriden fethetmesine engel olamazsınız. İçeride
meydana gelebilecek huzursuzlukları fark edememeniz, sizi olmadık yerde
sıkıntıya sokar. Bu kapsamda insansız hava araçları, elektronik harp birlikleri,
radarlar ile diğer sensörler ve diğer haber toplama vasıtaları; muharebe
sahasının gözetlenmesi, hedef tespiti, düşman harekatının, özellikle temas
hattı gerisinde düşman birliklerinin
takibi gibi düşman hakkında ihtiyaç duyulan bilgilerin elde edilmesini
sağlayarak, komutanların ve karargahların düşman durumunu sağlıklı bir şekilde
değerlendirmelerini sağlar. Komuta kontrol sistemleri ile kendi birliklerimiz,
keşif, gözetleme ve istihbarat
sistemleri ile düşman durumu takip edilir. İstihbarat yetenekleri
arasında; harekat bölgesinin coğrafi durumunun doğru ve ayrıntılı olarak
bilinmesini sağlayan haritacılık ve jeodezi yetenekleri, (Google Earth vb.
uygulamalar faydalı olmakla beraber her zaman arazi hakkında arzu edilen
ayrıntıları vermez veya güncel olmayabilir. Bu uygulamalar özellikle
matematiksel hesaplamalar için doğru sonuç vermeyebilir.), hava durumunu doğru
olarak tahmin etmenizi sağlayan bir meteoroloji yeteneğiniz olması veya
devletinizin bunu sağlayabilmesi de istihbarat açısından önemli yeteneklerdir.
Düşman, arazi ve hava muharebe sahasının üç bilinmeyinidir. İstihbaratın
maksadı, bu üç bilinmeyini aydınlatmaktır.
Çok
önemli bir yetenek ise lojistiktir. Lojistik; tanım olarak, birliklerin
oluşturulması ve idamesi için gerekli malzeme ve hizmetlerin, istenen yer ve
zamanda hazır edilmesidir. Askeri açıdan lojistik; ikmal, bakım, ulaştırma,
inşaat ve sağlık faaliyetlerini kapsar. Lojistik; titizlik isteyen, matematiği
ve hukuki mevzuatı esas alan, somut,
olgulara dayanan, hayalciliğe yer olmayan, bir faaliyettir. İkmal, kaynakların
doğru kullanılmasını, envanter ve stokların hassas bir şekilde takibini
gerektirir. Bakım personeliniz yeterli sayıda ve eğitilmiş olmalı, yedek parça
stoklarınız ve bakım teçhizatınız yeterli olmalıdır. Ulaştırma araçlarınız,
ihtiyaç duyulan her türlü; kara (demir yolu dahil), deniz ve hava ulaştırma
hizmetlerini yapabilmelidir. Örneğin kriz anında, istediğiniz birlikleri, harekat
bölgesine taşıyamazsanız, karşı tarafı caydıramazsınız. Silahlı kuvvetlerin
kışla, üs, eğitim ve atış alanları, depoları yeterli olmalıdır. Silahlı
kuvvetleriniz, için harekat bölgesinde ihtiyaç duyulacak üs bölgeleri,
tahkimat, uçak ve helikopter pistleri zamanında yapılmalıdır. Askerlerinize,
harekat alanında, istenen yer ve zamanda sağlık hizmeti sağlanmalıdır. Eğer
lojistik sisteminiz, harekatınızı destekleyemiyorsa, ne kadar modern silah ve
aracınız olursa olsun, bir anlam ifade etmez. Çünkü doğru düzgün hiçbir şeyiniz
çalışmaz. İran-Irak Savaşında, son derece modern envanterine rağmen, İran
Ordusunun içine düştüğü durum buna bir örnektir.
Lojistik
sistemle bağlantılı önemli bir husus, mühimmattır. Silah sistemlerinin
kabiliyetini belirleyen mühimmatıdır. Mühimmat, eski model silah sistemlerinin
etkinliğini korumasını sağlayan en önemli faktördür. Sonuçta silahın maksadı
mühimmatı atmaktır. Silah ve platformların tam manasıyla etkin olması,
envanterdeki mühimmata bağlıdır. Örneğin, 2.Karabağ Savaşında; Aselsan’ın
yardımıyla, Azerbaycan, SU25 Taarruz Uçağının kullandığı FAB250 Bombalarına
lazer güdüm kiti entegre etmiş ve QFAB250 LGK Bombasını geliştirmiştir. Bu
mühimmatı kullanan Azerbaycan SU25 Taarruz Uçakları, Ermeni hedeflerine söz
konusu hassas güdümlü mühimmat ile etkili taarruzlar icra etmiştir. Bu
kabiliyet dünya üzerindeki SU25’lerin çoğunda yoktur. Rusya bile hassas güdümlü
mühimmat ile taarruz için ağırlıklı olarak SU34 av bombardıman uçağını
kullanmaktadır. Böylece Azerbaycan SU25’leri, Rusya SU34’leri ile benzer hassas
güdümlü mühimmat ile taarruz yeteneğine kavuşmuştur. SU34 Uçağının fiyatı
düşünülürse (36 milyon USD), bu seçenek oldukça
maliyet etkin bir çözüm olduğu ortadadır. Eğer platform veya silah
değiştirilemiyorsa yahut pahalı ise, uygun mühimmat tedarik etmek veya
geliştirmek genellikle maliyet etkin bir çözümdür.
Yine
son yıllarda icra edilen harekatlarda, ANKA S ve Bayraktar TB2 Silahlı İnsansız Hava Araçlarının MAM-L ve
MAM-C atabilmeleri, esasen keşif ve gözetleme platformları olan bu İHA’ları, etkin
ve kabiliyetli insansız taarruz uçaklarına dönüştürmüştür. MQ9 Reaper tedarik
edemediğimiz, Akıncı ve Aksungur
SİAH’ların geliştirme aşamasında olduğu bir dönemde, MAM-L ve MAM-C
mühimmatını geliştirmek, şüphesiz
oldukça maliyet etkin ve akılcı bir çözümdür. Yine, etkin bir komuta
kontrol sistemi, güçlü elektronik harp sistemleri, ADOP’la desteklenen topçu silahları,
Türk Hava Kuvvetlerinin havadan yere hassas güdümlü mühimmat ile taarruz
kabiliyeti, SİHA’larla birleşince, Şubat-Mart 2020 Bahar Kalkanı Harekatında
TSK, Rus Hava Kuvvetlerinin himayesindeki Esad Rejimi Kuvvetlerine ağır
kayıplar verdirmişlerdir. Bu harekat esnasında; Türk Hava Kuvvetleri, Türk Hava
Sahası içinden, Suriye Hava Sahası içinde üç Esad Rejimi Savaş Uçağını
düşürmüş, 100 km. içerideki hedeflere havadan yere hassas güdümlü mühimmat ile
taarruzlar düzenlemiştir. Özellikle, Barış Kartalı Havadan İkaz ve Komuta
Kontrol Uçağının bir kuvvet çarpanı olduğu bu harekatta iyice gözler önüne
serilmiştir. Yoksa; F16 da, AIM120 Füzeleri de, envanterimizde daha önceden
vardı. Ancak; Türk Hava Kuvvetlerinin, Suriye Hava Sahasında, sınırı geçmeden
uçak düşürmesi, Barış Kartalı olmadan mümkün olmazdı. Ancak, orta ve yüksek
irtifa hava savunma kabiliyetimizdeki yetersizlik, Fırat Kalkanı ve Barış
Kalkanı Harekatlarında, Rus Hava Kuvvetlerinin hava taarruzları sonucu şehit
vermemize neden olmuştur. Yine Libya’da,
birliklerimiz Birleşik Arap Emirliklerine
ait olduğu iddia edilen (resmi olarak doğrulanmadı) savaş uçaklarının, Vatiyye
Hava Üssündeki unsurlarımıza seyir füzeleri ile düzenlediği taarruza maruz
kalmış, ancak zayiat vermemişlerdir.
Yukarıda
da bahsedildiği gibi, TSK, kuvvet çarpanları ile SİHA’ları kullanarak, muharebe
sahasında fark yaratmış, Libya’nın Meşru Hükümeti ve Azerbaycan Silahlı
Kuvvetlerini desteklemiş ve sahadaki durumu müttefiklerimiz lehine değiştirmeyi
başarmıştır. SİHA’lar ile TSK istenilen harekat bölgelerine taarruzi hava
kuvveti sevk etme yeteneğine kavuşmuştur. TSK, ancak F16 göndererek
sağlayabileceği etkileri, SİHA kullanarak yaratabilmiştir. Elbette, SİHA,
F16’lar ile boy ölçüşemez. Ancak; operatif ve stratejik seviyede, müttefiklere
hava desteği sağlanması paha biçilemeyecek bir yetenektir. F16’ları, politik
sebeplerle, her istediğiniz yere gönderemezsiniz. Ancak SİHA’ları gönderebilir, gerekirse
müttefikinize geçici veya kalıcı olarak tahsis edebilirsiniz. Bu yetenek, SİHA’lara MAM-L ve MAM-C entegresi
ile mümkün olmuştur. SİHA’ların işletme maliyetleri savaş uçaklarına göre çok
daha azdır. SİHA’lar, savaş uçaklarına göre çok daha az lojistik destek
gerektirir. Böylece, TSK, Libya gibi nispeten uzak bir coğrafyada, uzun süreli hava harekatı icra edebilmiştir.
Bunu, örneğin Rus Hava Kuvvetlerinin, Suriye’de veya Fransız Hava Kuvvetlerinin
Mali’de icra ettiği hava harekatlarına göre
çok daha az maliyet ve lojistik destek gayreti ile yapabilmiştir.
Yukarıda
belirtilen hususları toparlarsak, silahlı kuvvetler genelde, algılanan
tehditlere ve buna göre belirledikleri coğrafyalara göre teşkil ve teçhiz edilmiş, buna göre eğitilmiş,
hatta kurum kültürü geliştirmişlerdir.
Silahlı kuvvetlerin donatılmasında, eğitimlerinde ve kurum kültürlerinin
gelişiminde, içinde bulundukları ittifaklar da önemli rol oynamışlardır.
İttifakların başat devleti olan süper güçler, özellikle askeri yardım
yaptıkları nispeten geliri düşük devletlere, yardımlar ve askeri eğitim
işbirliği faaliyetleri ile kendi doğrularını dayatmışlardır.
Türkiye;
2.Dünya Savaşı sonrası, Sovyet Tehdidi nedeniyle ABD ile ittifaka, müteakiben
NATO’ya girmiştir. O devirde gelir durumu oldukça düşük seviyede olan
Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri, ABD Askeri Yardımı ile baştan aşağı
donatılmıştır. ABD ile yapılan Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması ile TSK
personeli eski Alman Sistemi yerine Amerikan Sistemi ile eğitilmeye başlanmış,
çok sayıda personel ABD’de eğitim ve kursa gitmiştir. Bu faaliyetler bugün de
devam etmektedir. Bu dönemde (1950’lerde başlayıp 1980’lerin sonlarına kadar
devam eden süre) TSK, ABD’nin verdiği
silah ve araçlarla, Soğuk Savaşın tehdit
algısına göre yapılanmıştır. Örneğin Kara Kuvvetleri, NATO ile Varşova Paktı
arasında çıkması beklenen bir 3.Dünya
Savaşına göre teşkilatını değiştirmiş, birlikler, icra edecekleri savunma
harekatının planında, kendilerine
verilen görevleri yapacakları bölgelere
(savunma mevzileri veya ihtiyat görevi varsa toplanma bölgeleri) yakın, en fazla bir günlük intikal
mesafesindeki kışlalara yerleşmişlerdir. Bu dönemde Türk Kara Kuvvetleri yaya
piyade ağırlıklı bir kuvvet yapısındaydı. TSK tamamen savunmaya odaklandığı
için amfibi harekat ve hava hücum harekatına yönelik bir yeteneği yoktu. (Hava İndirme vardı). Zaten çıkarma
gemileri ve doğru düzgün helikopteri yoktu. Taarruz eğitimleri karşı taarruz
kapsamında icra ediliyordu. TSK kendisine ne verilirse onu kullanıyordu.
Eskiden kalan bütün talimnameler yürürlükten kaldırılmış, yerlerine ABD FM
serisi talimnamelerin Türkçe tercümeleri ST (Sahra Talimnamesi) adı altında kullanılmaya başlanmıştır. Bugün
de durum çok farklı değildir. Ancak, son yıllarda daha milli talimname ve diğer
askeri yayınların yazılması yönünde ciddi çalışmalar yapılmaktadır.
Bu
durum 1950’lerde milli menfaatlerin takibinde sorun yaratmaya başlamıştır.
Türkiye, artan Sovyet etkisi nedeniyle 1950’lerde Suriye’ye askeri müdahalede
bulunmak istemiş, ancak ABD, Sovyetlerle gereksiz gerginlik çıkmaması düşüncesi
ile buna engel olmuştur. Zaten ardından gelen 27 Mayıs Darbesi ile bu müdahale
tamamen rafa kalkmıştır. 27 Mayıs Darbesi ile eski sistemde yetişmiş subayların
çoğu emekliye sevk edilerek tasfiye edilmiştir. Türkiye, Kıbrıs Sorunu ortaya
çıkınca; Zürih ve Londra Anlaşmaları gereği Kıbrıs’ta bulundurabileceği Kıbrıs
Türk Alayı dışında, Türk Mücahitleri desteklemek için gizlice askeri personel
ve silah-mühimmat gönderebilmiş ancak, iki toplum arasındaki çatışmalara açıktan
müdahale edememiştir. Çünkü bunu yapabilecek yetenekleri yoktu. Sadece, iki toplum
arasında çatışmalar artınca iki defa (1963 ve1967) havadan bombardıman
yapabilmiştir. ABD, meşhur Johnson Mektubu ile Türkiye’ye, askeri yardım olarak
verdiği Amerikan malı silahlar ile
Kıbrıs’a müdahale edemeyeceğini sert bir şekilde ikaz etmiştir. Zaten
Türkiye’nin de çıkabilecek gücü o dönem yoktu. 1960’larda ortaya çıkan zafiyet
üzerine, o dönemin komuta kademesi, çıkarma gemileri ve helikopter tedariki
üzerinde çalışmışlar, Deniz Kuvvetleri bünyesinde Amfibi Deniz Piyade Alayını
ve Deniz Piyade Sınıfını teşkil etmişlerdir. Türkiye 1974 yılında, Kıbrıs Barış
Harekatını icra edince, ABD Silah Ambargosuna maruz kalmıştır. Bu dönemde,
yerli savunma sanayiinin kurulması için ilk çalışmalar kalkmıştır. Ancak,
TSK’nın yapılanması hep Soğuk Savaş dönemine göre olmuş, amfibi harekat ve hava
hücum harekatı dışında ilave fazla bir yetenek kazanılmamıştır. Örneğin
1970’lerde taarruz helikopteri tedariki için pek çaba sarf edilmemiştir. Aslında
Soğuk Savaş dönemi TSK, başka bir yazının konusu. Ben sadece bu yazıya ilişkin
hususları özetledim.
1984’de
başlayan bölücü terör, TSK’nın karşısına yeni zorluklar çıkarmış, TSK da bu zorlukların üstesinden
gelmek için AH1P Cobra ve AH1W Super Cobra taarruz helikopterleri, mevcut UH1’lere ilave olarak S70 Sikorsky, AS
532 Cougar gibi hücum
helikopterlerini, BTR 60/80 ve Shortland
taktik tekerlekli zırhlı araçlar vb. tedarik etmiştir. Listeyi uzatmak
mümkündür. Hava Kuvvetleri bile havadan yere hassas güdümlü mühimmat tedarikini
ve bunların yurt içinde geliştirilmesini, biraz da iç güvenlik harekatı ve buna
bağlı sınır ötesi harekatların zorlaması ile yapmıştır. Ancak bu dönemde
örneğin yüksek irtifa hava savunma sistemi tedariki için aynı ölçüde çaba
harcanmamıştır.
Görüldüğü
üzere TSK genelde, günün şartlarına ve tehdit algısına göre silah, araç ve
teçhizatını tedarik etmiş, savunma sanayiini de bu yönde yönlendirmiştir. Yani
ya tehdit esaslı bir yapılanmaya gitmiştir. Benim görüşüm ise artık biraz da
yetenek esaslı bir yapılanmaya gitmelidir. TSK, çağın gerektirdiği bütün
yeteneklere sahip olmalıdır. Örneğin siber harp üzerine daha çok eğilinmelidir.
Yüksek irtifa hava ve füze savunma silah sistemi üzerinde zamanında yeterince
eğilinmemesi, sonucu Suriye’de şehit verdik.
15
Temmuz Darbe Girişimi sonrası Rusya’dan S400 alınması, Türkiye’nin ABD ile
arasının bozulmasına ve F35 programından Türkiye’nin çıkarılmasına neden
olmuştur. ABD’nin yaptığı tam bir ahlaksızlık örneği olmuştur. Tabii bu
konudaki tartışma teknik-askeri eksenli olmaktan çıkmış, siyasi bir boyut kazanmıştır.
Benim görüşüm, Türkiye 2000’lerin başından itibaren çalışarak yerli veya ortak
üretim bir yüksek irtifa bir hava savunma füze sistemi geliştirebilirdi. Ancak
bu mümkün olmadı. S400 neden alındı, kararın ardında hangi saikler var
bilemiyoruz. Ancak bu nedenle Türkiye’nin F35’den çıkarılmasının pek iyi
olmadığı kanaatindeyim Çünkü Hava Kuvvetleri gelecek planlarını buna göre
yapmıştı. F35 alınmasına karşı çıkanlar,
Milli Muharip Uçak (MMU) Projesi hayata geçene kadar, ara çözümlerle
durumun idare edilmesini, MMU’nun ileride Hava Kuvvetlerinin dertlerine derman
olacağını iddia ediyorlar. Bildiğim kadarıyla MMU farklı bir projedir. F35 ile
MMU’nun beraber görev yapması planlanıyordu. Üstelik MMU, en iyimser tahminle
2035 gibi seri üretime başlayabilir. Bu süre zarfında F4’ler ve bir kısım
F16’lar muhtemelen hizmetten çıkacaktır. Oluşacak boşluğun doldurulması için
bazıları yeni uçak alınmasını gündeme getirmektedirler. Ben F16V dışında bir
uçağın ara çözüm olmasını pek gerçekçi görmüyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi
her uçak kendi kültürünü, sistemini dayatır. Eğer Hava Kuvvetlerine F16 dışında
başka uçak alırsanız, bu uçağın tam anlamıyla, etkin olarak kullanılması,
gerçekçi olursak 10 yıl gibi bir süre alır. Bu konuda şüphesi olanlar, F4 ve
F16’ların Türk Hava Kuvvetlerine girişlerinden itibaren meydana gelen
gelişmeleri inceleyebilir. Bazıları Çin veya Rus Uçağı alınmasını savunuyor.
Rus veya Çin Uçaklarının tam manasıyla harbe hazır hale gelmesi, hem de büyük
maliyetlerle en iyimser tahminle 15 senedir. Bu arada size uçak satacaklar mı?
Siyasi iklim buna izin verecek mi? O da ayrı bir konu. Ben yakın zamanda,
Türkiye’ye uçak satışına izin verecek bir siyasi iklim beklemiyorum
Peki
Türkiye ne yapmalıdır. Benim düşüncem Türkiye, öncelikle Hürjet Projesini
başarmalıdır. Hürjet, Türkiye’nin jet uçağı yapabildiğinin bir nişanesi
olacaktır. Öte yandan mevcut SİHA, havadan havaya ve havadan yere mühimmat ,
gemisavar ve seyir füze projelerine devam etmelidir. Hava savuma projeleri, gördüğüm kadarıyla iyi gitmektedir.
Bu projeler devam etmelidir. Yine politik durumda komşularla gerginleşme
emareleri varsa balistik füze sayısını artırmalıdır. Kimse çok fazla füzesi
olan bir devletle kolay kolay dalaşmaz. Çok fazladan kastım, her bir düşman hedefine
atmanız gereken uçak bombası kadar füze veya uzun menzilli rokete sahip olmanız
demektir. Zaten, hava kuvvetleriniz güçlü olsa bile yine de belli sayıda uzun
menzilli balistik füzeniz ve uzun menzilli ÇNRA’larınız olmalıdır. Yine Kamikaze İHA geliştirmeye, sürü İHA saldırısı
üzerinde çalışılmalıdır. Tabii hepsinden önce; platformlara (uçak, gemi, tank)
odaklanmaktan ziyade, hangi yeteneklere ihtiyacımız var, bunları nasıl elde
edebiliriz, hangi platformlar bu yetenekleri bize kazandırır gibi sorulara
cevap aramalıyız. Örneğin F35, bize çok önemli yetenekler kazandıracaktı. Eğer
F35 alamıyorsak, hemen onun yerine başka nasıl uçak alabiliriz diye kafa
yormaktan ziyade, F35’in bize kazandıracağı yetenekleri nasıl başka türlü
kazanabileceğimiz üzerine kafa yormak
bizi daha iyi noktalara getirecektir. Zaten başka bir savaş uçağı bize F35’in
kazandıracağı yetenekleri kazandırmaz.
Sonuç
olarak, yalnız TSK, değil dünya üzerindeki orduların pek çoğu, tehdit odaklı
bir yapılanmaya sahip olmuş, buna göre silah, araç ve malzeme tedarik etmiş,
tehdit algılarına göre eğitim yapmış, doktrin geliştirmiş veya üyesi olduğu
ittifakın doktrinini takip etmiştir. Ancak, tehdit odaklı yapılanma nedeniyle,
yeni bir tehdit veya zorunluluk çıktığında, bütün ülkelerin silahlı kuvvetleri
yeni tehditleri karşılama veya
kendilerine tevdi edilen yeni vazifeleri icra etmekte zorlanmışlar, çoğu
zamanda başarısız olmuşlardır. Günümüzde güvenlik ortamı çok sık değişmekte,
yeni tehditler ve yeni yetenekler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle silahlı kuvvetler
mevcut tehditleri karşılayacak şekilde yapılanırken yetenek odaklı yapılanmalı,
silah, araç ve malzeme tedarikinde kısa vadeli tehditlerden ziyade silahlı
kuvvetlerin yeteneklerini geliştirmeye, hassas taraflarını gidermeye yönelik
yapılanmalıdır. Mesela yüksek irtifa hava savunmasını sadece savaş uçakları ile
sağlarız deyip yüksek irtifa hava ve füze savunma füze sistemi tedarik etmemek
ileride ciddi sıkıntılar yaratır. Modern bir hava kuvvetinde hem modern savaş
uçakları hem de modern hava ve füze savunma sistemleri olmalıdır. Kara
Kuvvetleri örneğin; hem çöllerde, hem dağlarda, hem tropiklerde, hem şiddetli
soğuklarda, hem de şehirlerde savaşabilmelidir. Silahlı kuvvetler hem insanlı,
hem insansız sistemlere sahip olmalıdır. Ne insansız sistemleri, ne de
teknolojinin büyüsüne kapılıp insanlı sistemleri ihmal etmemelidir. Yetenek
odaklı yapılanma, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değişen tehditlere süratle uyum
sağlamasını sağlayacaktır. En azından benim düşüncem bu yöndedir.