3 Kasım 2021 Çarşamba

 ATEŞ DESTEK SİLAHLARINA TOPLU BAKIŞ 

  
Görmeyerek ateş destek silahları olan havan, namlulu topçu (top ve obüsler) ile çok namlulu roketatarlar hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir.. Peki bunların savaş alanında kullanımı nasıldır? Bu yazıda bu konuları inceleyeceğim.

    Havan, Obüs, Top, Çok Namlulu Roketatarlara ateş destek silahı denmesinin sebebi, ileride savaşan birliklere görmeyerek ve görerek ateşlerle destek sağlamalarıdır. Klasik ateş destek silahları olan Taarruz Helikopterleri de yakın hava desteği sağlayabilir. Ama taarruz helikopterleri dünya genelinde ateş destek vasıtası olarak değil de daha çok piyade ve tank birlikleri gibi manevra birliği olarak görülür. Genelde ihtiyat olarak ani gelişen durumlara müdahale ederler. 




  Hava Kuvvetleri ise spesifik filo veya filolarını yakın hava desteğine tahsis edebileceği gibi eldeki imkanlarına ve hava harekatının durumuna göre yakın hava desteği sortileri tahsis eder. Burada önemli konu, hava kuvvetleri istenilen sayıda sorti tahsis edemeyebilir. Bu yüzden Kara Kuvvetleri ateş destek açısından kendine yeterli olmalıdır.


Konuya havanlarla başlarsak;
Dünya genelinde havanların 120 mm çapından küçük olanları piyade birliklerinin teşkilatı içindedir. 120 mm havanlar bazı ordularda sahra topçularının, bazı ordularda piyade birliklerinin teşkilatı içindedir. 160 ve 240 mm. havanlar ise ağır topçu silahı olarak değerlendirilir.



Aşağıda 240 mm Sovyet yapımı olup Rus Kara Kuvvetlerinde halen kullanılan 2S4 Tyulpan Ağır Havanı görülüyor.


Top, obüs ve çok namlulu roketatarlar (ÇNRA) ise ayrı bir sınıf olan (sahra) topçu sınıfının içinde; tugay, tümen, kolordu ve ordu teşkilatları içinde yer alır. Yani daha üst kademe komutanlıklarda bulunurlar. Ayrıca orduların büyüklük ve doktrinlerine göre topçu tugay ve tümenleri bulunabilir.


Görüldüğü üzere görmeyerek ateş eden silahlar küçüğünden büyüğüne kara kuvvetlerinin her seviyesinde vardır. Bunların hedeflerini vurabilmesi için gerekli hesaplamaların yapılması gerekir. Hesaplamalar elle, bilgisayarla veya ateş destek otomasyon sistemleriyle yapılır. Bunun için öncelikle atış yapacak silahın konumunun harita üzerindeki yeri belli olmalıdır. Bu ise, harita ve arazi karşılaştırmasıyla, yer ölçmesi denilen ölçüm ve hesaplamalarla, küresel konumlama sistemleri, ataletsel navigasyon sistemleri veya bunların karışımıyla bulunur. Hatta eskiden denizcilerin uyguladığı yöntemlere benzer şekilde güneş ve yıldızların gökteki konumlarına göre yapılan ölçüm ve hesaplamalar dahi kullanılmıştır. Bu arada mevzi bölgesinde başka hesap ve ayarlamalar da yapılmalıdır. Ancak hassas hesaplamalar daha çok uzun menzilli silahlar için gereklidir. Örneğin 81 mm havan için bu kadar hassasiyete gerek yoktur.


Ya da havan mürettebatı gördüğü hedefe atıyorsa bu hesaplamalar yapılmaz.


Modern teknoloji kullanan topçu silahları ise (Örneğin Fırtına) bu hesaplamaları saniyeler içinde yapabilir. Bu silahlar çoğunlukla mürettebatın görmediği hedeflere atış yapar. Bunların hedefi vurabilmesi için ilk şart hedefin (Örneğin bu geçiş yeri) yeri bilinmelidir. Hedefin yeri İHA, uydu, keşif kolu, ileri gözetleyici, radarlar vb. ile belirlendikten sonra ilgili birlik tarafından, hedefin niteliğine, önemine, mesafesi vb. uygun ateş destek silahı tahsis edilir. Atış yapacak silahın hedefi vurabilmesi için mesafe, hedefle silah arasındaki yükselti farkı, hava şartları, hedef hareketli ise hızı, namlulu silahsa namludaki aşınma vb. dikkate alınarak hesaplama yapılmalıdır. Bu hesaplamaları ateş idare merkezi denen merkez yapar. Güdümlü mühimmat için bile bazı hesaplamalar yapmak gerekebilir. Mühimmatın en azından güdüm sisteminin işlevsel olabileceği şekilde atılması gerekir. Bu hesaplamalar da elle, bilgisayarla veya otomasyon sistemleri ile yapılır. Bu otomasyon sistemlerinden biri olan ve TSK tarafından kullanılan ADOP 2000 Sistemini anlatan bir görsel aşağıdadır.




Atış yapıldıktan sonra, atışın değerlendirilmesi gerekir. Buna göre düzeltme verilmesi (tanzim yapılması), atışın tekrarlanması vb. yapılır. Bunun için topçu ve havan birlikleri destekledikleri birliklere ileri gözetleyici gönderirler. İleri gözetleyici çok önemlidir. Ancak, ileri gözetleyiciler düşman hattının gerisini göremezler. Derinlikteki düşman hedefleri için 20.yüzyılın başından beri uçaklara binen gözetleyiciler de kullanılmıştır. Günümüzde insansız hava araçları ve dronlar bu görevi ifa etmektedirler.Topçu birliklerinin öncelikli hedefi düşmanın havan ve topçu silahlarıdır. Bu yüzden havan ve topçu hedef tespit radarları önemlidir. Bu radarlar düşman topçusunun ve havanlarının imhası için önemlidir.







Bir diğer önemli topçu silahı ise ÇNRA'lardır. ÇNRA'lar hedefleri bir anda yoğun ateş altına almak için çok elverişli silahlardır. Özellikle düşman gerisindeki topçu mevzilerini, karargahları, depoları, hatta hava üslerini vurmak için ideal silahlardır.
















17 Mart 2021 Çarşamba

 

PLATFORMLAR VE KABİLİYETLER

Dünya üzerindeki ülkelerin ve siyasi yapıların silahlı kuvvetleri değerlendirilirken, genelde sahip oldukları silah sistemleri üzerinden değerlendirme yapılır. Silahlı kuvvetlerin, silah ve asker sayıları dışındaki diğer  bileşenleri; örneğin teşkilatları, komuta kontrol yapıları ve sistemleri, lojistik yapıları, doktrinleri, harbin sevk ve idaresindeki usül ve esasları, eğitim durumu ve seviyesi, mühimmat durumu vb., yine ülkenin savunma sanayiinin gerçek durumu  pek irdelenmez. Hatta stratejist olarak isimlendirilen uzman ve akademisyenler, bazen silahlı kuvvetlerin silah ve teçhizatını önemsemezler veya yeterince . Sun Tzu’nun meşhur “Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür.” sözü, günümüzde hem askeri taktiklerin, hem de silah sistemleri dışındaki sistem ve kabiliyetlerin küçümsenmesinin başlıca bahanelerinden biri olmuştur. Aslında, o sözün ilk kısmı yanlış, ikinci kısmı doğrudur. Taktik seviyede doğru uygulama olmadan strateji ancak kağıt üzerinde bir anlam ifade eder. Gerçek hayatta böyle bir şey mümkün değildir. Muharebeleri kaybediyorsanız, stratejiniz zaten yanlış demektir.

Silahlı kuvvetler, devletlerin varlıklarını muhafaza etmek, ulusal menfaatlerini elde etmek ve korumak için kullandıkları başlıca vasıtalardan biridir. Ama tek vasıtası değildir. Olmamalıdır da. Şüphesiz diplomasi, istihbarat ve dış ticari ilişkiler de bu vasıtaların içindedir. Dolayısıyla, silahlı kuvvetler yapılanırken diğer dış politika unsurları ile birlikte bu görevleri yerine getirecek şekilde teşkilatlanır.  Silahlı Kuvvetler ülkenin iç düzeni ve asayiş için de görevlendirilebilir. Ama bu kalıcı değil, geçici bir durum olmalıdır. Devletin kolluk güçleri iç tehditlere karşı koyacak seviyede güçlü olmalıdır. Silahlı kuvvetler ancak kolluk kuvvetleri yetersiz kalırsa işin içine girmelidir. Aksi takdirde bir süre sonra iç siyasetin konusu, bazen de unsurlarından biri olması tehlikesi ortaya çıkar. Zaten bizim mevzuatımız da esasen emniyet ve asayiş için kolluk kuvvetlerinin asli görevli olduğu yönündedir. Bizdeki PKK terörü gibi dış destekli ve sınırların öte tarafında, komşu ülkelerde yapılanmış terör  örgütleri ile mücadele zorunluluğu varsa,  silahlı kuvvetlerin sürekli olarak ülke içinde  terörle mücadelede görev alması gerekebilir. Bu durumda, hukuki çerçeveler, ayrıntılı ve titiz bir şekilde belirlenmelidir.




Silahlı kuvvetler, adı üstünde silah kullanan organizasyonlardır. Silahlı kuvvetler,  öncelikle silahlı çatışma ve siyasi irade tarafından emir verilmesi halinde, silah kullanmayı gerektiren görevler için (hudut emniyeti, kolluk kuvvetlerini takviye vb.) yapılandırılır. TSK örneğinde olduğu  gibi silahlı kuvvetler hem iç, hem de dış tehdide göre yapılanmak zorunda kalabilir. Bir diğer önemli görevleri ise doğal afetlerde sivil idareye ve halka  yardımdır. Devletler, bunun için silahlı kuvvetlerine silah ve araç temin eder, silahları kullanacak askerleri yetiştirir, silahların kullanılmasını destekleyecek diğer kabiliyetleri tedarik eder, sistemleri kurar ve bütün bunları idame ettirirler.  Tabii, bu ciddi mali kaynak ve insan gücü gerektirir. İnsan gücü de iyi eğitilmiş olmalıdır. Dolayısıyla doğru seçimler yapılmalıdır. Aksi  takdirde ciddi  ölçüde kaynak boşa harcanmış olur.. İşte asıl stratejik hatalardan biri budur. Doğru taktik uygulamaların düzeltemeyeceği stratejik hataların başında bu gelir. 




    Silahlı kuvvetler, devletin tehdit algısına, dış ve bazen iç siyasetine göre ve de coğrafya ile iklim şartlarına göre yapılanırlar. Örneğin ABD, İngiltere ve Japonya gibi devletlerde, deniz kuvvetleri önceliklidiSilahlı Kuvvetler ülke savunması için yapılanmakla beraber, bazı devletler, ülkelerine doğrudan tehdit algılamadıklarında, silahlı kuvvetlerinin tamamı veya bir kısmını dış politik gayelerle, deniz aşırı bölgelerde görev alacak şekilde teşkil ve teçhiz edebilirler. ABD Silahlı Kuvvetleri bu şekildedir. Yine İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda Kara Kuvvetleri, müttefik ordularla, özellikle ABD ile müşterek harekat yapılacağı düşüncesi ile teşkil ve teçhiz edilmişlerdir. Örneğin Yeni Zelanda ülkesine hava tehdidi olmayacağı düşüncesi ile Hava Kuvvetlerinde savaş uçaklarını hizmetten çıkarmıştır. Fransa,  geçmişte sömürgelerini elde tutmak, günümüzde de Afrika Ülkelerine müdahale etmek için meşhur Yabancılar Lejyonunun kurmuş ve hala kullanmaktadır.

Silahlı Kuvvetlerin yapılanmasında önemli bir diğer husus ise, ülkenin coğrafyasıdır.. Bir ada ülkesinin deniz kuvvetlerine, kara ülkesinin kara kuvvetlerine öncelik vereceği, hava kuvvetlerini de buna göre yapılandırdığı bilinen bir husustur. Örneğin arazisi veya harekat yapmayı düşündüğü bölge  çoğunlukla dağlık, ormanlık ve/veya bataklık olan bir ülkenin kara kuvvetleri  piyade ağırlıklı, tankları çoğunlukla hafif ve orta tanklardan oluşur. Ana muharebe tanklarının sayısı az olur. Zırhlı muharebe aracı ve zırhlı personel taşıyıcılarının hafif ve çevik olmasına dikkat edilir. Tekerlekli zırhlı araç sayısı genelde fazladır Topçusu ise ağırlıkla çekili veya kamyona monte hafif topçu silahları ve ÇNRA’lardan oluşur. Ağır silah ve teçhizat pek istenmez. Maddi durum elveriyorsa helikopter sayısı fazla olur. Hemen ardından hava kuvvetlerine öncelik verilir. Kara Kuvvetleri üçüncü önceliklidir. ABD örneğinde Deniz Kuvvetlerinin kendisinin dünyanın ikinci hava kuvveti (Birincisi ABD Hava Kuvvetleri) vardır. Ayrıca oldukça büyük bir kara kuvveti olan ABD Deniz Piyadeleri de, esasen Deniz Kuvvetlerinin harekatında görev almak için teşkil edilmiştir. ABD Kara Kuvvetleri ise öncelik sırasında gerilerdedir. Buna karşın takım adalardan oluşan Filipinler ve Endonezya silahlı kuvvetlerinde  kara kuvvetleri önceliklidir. Bu ülkelerin deniz ve hava kuvvetleri oldukça küçüktür. Oysa ada devletlerinin deniz kuvvetlerinin öncelikli olması beklenir. Ancak, bu ülkelerde ciddi etnik gerilimler ve çatışmalar mevcuttur. Tehdit dışarıdan değil içeriden beklendiği için, bu ülkeler  kara kuvvetlerine öncelik vermişlerdir. Kara kuvvetleri de iç güvenlik ağırlıklı bir yapılanmaya sahiptirler. Tank ve zırhlı muharebe araçlarının sayısı nispeten azdır. Tabii bunun bir bedeli de vardır. Özellikle Filipinler, tartışmalı deniz alanlarında Çin’in deniz milisleri ile başa çıkamamaktadır.


Silahlı Kuvvetler ülke savunması için yapılanmakla beraber, bazı devletler, ülkelerine doğrudan tehdit algılamadıklarında, silahlı kuvvetlerinin tamamı veya bir kısmını dış politik gayelerle, deniz aşırı bölgelerde görev alacak şekilde teşkil ve teçhiz edebilirler. ABD Silahlı Kuvvetleri bu şekildedir. Yine İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda Kara Kuvvetleri, müttefik ordularla, özellikle ABD ile müşterek harekat yapılacağı düşüncesi ile teşkil ve teçhiz edilmişlerdir. Örneğin Yeni Zelanda ülkesine hava tehdidi olmayacağı düşüncesi ile Hava Kuvvetlerinde savaş uçaklarını hizmetten çıkarmıştır. Fransa,  geçmişte sömürgelerini elde tutmak, günümüzde de Afrika Ülkelerine müdahale etmek için meşhur Yabancılar Lejyonunun kurmuş ve hala kullanmaktadır.

Silahlı Kuvvetlerin yapılanmasında önemli bir diğer husus ise, ülkenin coğrafyasıdır.. Bir ada ülkesinin deniz kuvvetlerine, kara ülkesinin kara kuvvetlerine öncelik vereceği, hava kuvvetlerini de buna göre yapılandırdığı bilinen bir husustur. Örneğin arazisi veya harekat yapmayı düşündüğü bölge  çoğunlukla dağlık, ormanlık ve/veya bataklık olan bir ülkenin kara kuvvetleri  piyade ağırlıklı, tankları çoğunlukla hafif ve orta tanklardan oluşur. Ana muharebe tanklarının sayısı az olur. Zırhlı muharebe aracı ve zırhlı personel taşıyıcılarının hafif ve çevik olmasına dikkat edilir. Tekerlekli zırhlı araç sayısı genelde fazladır Topçusu ise ağırlıkla çekili veya kamyona monte hafif topçu silahları ve ÇNRA’lardan oluşur. Ağır silah ve teçhizat pek istenmez. Maddi durum elveriyorsa helikopter sayısı fazla olur. Örneğin aşağıda, Avusturya’nın SK105 Kürassier, Tayland’ın Stingray ve Endonezya’nın Hani maru/Kaplan tankları görülüyor .






Bu tankların özellikleri ülkelerinin dağlık ve ormanlık arazileri için uygun olmalarıdır. Düz arazisi olan veya muhtemel harekat alanı düz arazilerden oluşan bir bölgede harekat yapmayı düşünen bir ülkenin kara kuvvetleri  ağırlıklı olarak mekanize piyade ve tank birliklerinden oluşur. Hava şartları da silah ve teçhizat seçiminde önemli bir rol oynar. Rusya’nın T80 tanklarını hala hizmette tutmasının bir nedeni, türbinli motora sahip bu tankların kuzey bölgelerinde daha rahat çalışmalarıdır.



Benzer durum, deniz ve hava kuvvetleri için de geçerlidir. Örneğin, ekonomileri deniz yoluyla ticarete dayalı olan; ABD, İngiltere ve Japonya, zamanında  oldukça büyük donanmalar oluşturmuşlar ve dünya denizlerinde hakimiyet için geçmişte çaba sarf etmişlerdir. Bu yüzden, büyük tonajlı savaş gemileri inşa etmişler, 2.Dünya Savaşında ise bu üç devlet uçak gemilerini deniz muharebelerinde ilk kullanan devletler olmuştur. Günümüzde de ABD, dünyanın en büyük ve en güçlü deniz kuvvetlerine sahiptir. Dünya’nın hemen hemen bütün denizlerinde ABD Donanması varlık göstermektedir. Çünkü küresel deniz ticaretinin aksamadan yürümesi ABD için çok önemlidir. İngiltere ve savaştan yenik çıkan Japonya’nın bugün de hatırı sayılı deniz kuvvetlerine sahiptir. Çin ise son yıllarda büyük bir deniz kuvveti oluşturma yoluna girmiştir. Eskiden beri kara ağırlıklı bir devlet olan Çin’in, büyüyen ekonomisi nedeniyle deniz ticaretine daha bağımlı hale gelmesi, onu deniz kuvvetlerini büyütmeye sevk etmiştir. Ayrıca büyüyen Çin ekonomisi, denizlerden elde edilecek doğal kaynaklara daha çok ihtiyaç duyması nedeniyle, Güney Çin Denizinde sığlıklar üzerine suni adalar inşa etmektedir.. Bu nedenlerden dolayı, Çin’de uçak gemisi başta olmak üzere büyük tonajlı savaş gemisi inşaatına yönelmiştir.

2.Dünya Savaşı Almanyası ve Soğuk Savaş dönemi Sovyetler Birliği, deniz yollarını emniyete almaktan çok rakiplerinin deniz ulaşımını kesmek için gayret göstermişler ve bu nedenle, büyük tonajlı savaş gemilerinden ziyade denizaltılar ve karada üslenen uzun menzilli bombardıman uçaklarına ağırlık vermişlerdir. Almanlar 2.Dünya Savaşı Atlantik Cephesinde, meşhur U-botları ile FW200 bombardıman uçaklarına güvenmişler, bir dönem İngiltere’nin dış ticaretini ve sömürgeleri ile deniz ulaşımını önemli ölçüde sekteye uğratmayı başarmışlardır. Ancak, ABD’nin savaşa girmesi sonucu, Amerikan Muhripleri ve refakat uçak gemilerinin İngiliz Donanmasıyla müşterek harekatı sonucu, Almanların bu çabası yenilgiyle sonuçlanmıştır.




  Sovyetler ise Soğuk Savaş boyunca nükleer denizaltılarına ve karada üslenen TU22 ve TU95 bombardıman uçaklarına güvenmişlerdir. Hatta Sovyet su üstü gemilerinin en önemli görevlerinden biri, Sovyet Balistik Nükleer Füze Denizaltılarını korumak olmuştur.  Balistik Nükleer Füze Denizaltıları, günümüzde de; ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın başlıca nükleer silah platformlarıdır.


Sovyetlerin Soğuk Savaş boyunca deniz stratejilerinden bir diğeri ise, ABD ile Batı Avrupa arasındaki deniz ulaşımını sekteye uğratmak, hatta kesmek  olmuştur. Bunu da nükleer taarruz denizaltıları ve uzun menzilli bombardıman uçaklarından atılan  füzeler ile yapmayı planlamışlardır. Bu stratejik yaklaşım nedeniyle, Sovyetlerin uzun menzilli bombardıman uçakları ve bunları savunacak avcı uçaklarından oluşan, ABD kadar olmasa bile, Hava Kuvvetlerinden ayrı, büyük bir deniz hava kuvveti olmuş, ancak sekiz nispeten küçük gemi dışında kayda değer sayıda uçak gemisi olmamıştır. Olanların da ABD Uçak Gemilerinin yanında esamesi okunmaz. Çin’de benzer yapılanmaya giderek uzun menzilli havadan satıha uzun menzilli füzeler taşıyabilen H6 bombardıman uçakları, JH7 av bombardıman uçakları, J11 av uçaklarından  oluşan,  karada üslenen bir  deniz hava kuvveti teşkil etmişti. Ancak; Çin, son yıllarda, uçak gemilerine önem vermeye başlamış ve uçak gemilerinde konuşlu J15 savaş uçaklarını da hizmete almıştır.



Hava kuvvetleri coğrafyadan en az etkilenen kuvvettir. Hava Kuvvetlerinin teşkili ve idamesi oldukça pahalıdır. Hava kuvvetlerinin uçakları, mühimmatı, pilot ve bakım personelinin eğitimi, yedek parça ve yakıtları oldukça pahalıdır. Hava vasıtaları yani uçak ve helikopterler ve bunların yedek parçaları, dünyada az sayıda ülke tarafından, genelde ileri teknoloji kullanılarak üretilmektedir. Buna karşın uçak ve helikopterlerin hem büyük bir ateş gücüne sahip olmaları, hem de arazi arızalarından, denizlerden etkilenmeden uzak mesafe kat edebilmeleri,  hava kuvveti olan ülkelere büyük imkanlar sağlar. Uçak ve helikopterler;  havadan keşif, gözetleme, komuta kontrol, elektronik harp ve ulaştırma maksatlı pek çok fonksiyonun ifası için elverişli platformlar sağlar. Bu nedenle de; pek çok ülke ordusunda, uçak ve helikopterler, sadece hava kuvvetlerinde değil, kara ve deniz kuvvetleri içerisinde bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bunların bağlı oldukları kuvvetin bir parçası olduklarıdır. Örneğin, hücum helikopterleri (S70/UH60 Sikorsky, UH1 vb.) ile icra edilen bir hava hücum harekatı, kara harekatının bir konusudur. Yine bir deniz karakol uçağının harekatı, deniz kuvvetlerinin icra ettiği denizaltı savunma harekatı kapsamında değerlendirilebilir. Bunların harekatı, hava kuvvetleri ile koordine edilir. Bazı ülkelerde ise, bütün hava vasıtaları, hava kuvvetleri bünyesinde bulunur. Ancak, uygulamada bu durumun, kara ve hava kuvvetlerinin harekatını ciddi şekilde sekteye uğratma riski vardır.

Hava kuvvetleri için önemli bir konu savaş uçağının konumudur. Savaş uçakları, hava kuvvetlerinin temel silah sistemidirler. Hava kuvvetleri, savaş uçaklarını uçurmak için vardır. Hava kuvvetlerinin diğer unsurları savaş uçaklarını uçurmak için yapılandırılır. Yani uçak, hava kuvvetine uymaz, kuvvetin tamamı veya bir kısmı uçağa göre yapılanır, şekillenir. Çünkü modern savaş uçaklarının on binlerce parçası vardır. Havadan havaya ve havadan yere güdümlü mühimmatı, savaş uçağına, otomobile tüp taktırır gibi uçağa takamazsınız. Mühimmatın, uçağın sistemine entegresi için yazılım ve bazen donanımda gerekli değişiklikleri yapmanız gerekir. Bu da ciddi bir mühendislik çalışması ihtiyacını beraberinde getirir. O yüzden istediğiniz mühimmatı uçağa takamazsınız. Bunun için üretici firmanın işbirliği, en azından müsaadesi gerekir. Yine uçak ve helikopterlerin çoğu parçaları, pahalı ve özel üretim teknikleri ile üretilir. Uçak parçaları saati gelince değiştirilir. Biraz daha idare etsin diyemezsiniz. Çünkü uçağı arızalanınca sağa çekemezsiniz. Bu yüzden uçakların yedek parça ikmali ve uçak bakımı ciddi ve titiz bir lojistik faaliyettir. Tabii bu da beraberinde buna uygun alt yapı (hangar, bakım tesisi vb.) inşaasını gerektirir. Ayrıca envanterinizde bakım için yeterli alet, avadanlık ve teçhizat gerektirir ki, bunların da bir kısmı özel yapım olabilir. Bunların dışında pilotlar ve bakımcıların uçağa aşina olmaları, “ince noktalarına” hakim olmaları gerekir. Bunlar çoğu zaman dokümanda yazmaz, zaman içinde kullanıldıkça öğrenilir. Pilotların uçağı tanımaları, intibak etmeleri zaman alır. Her uçak esasında kendi kültürünü getirir. Bunun kuvvet içinde oturması yine yıllar alan bir süreçtir.

Silahlı Kuvvetlerin teçhizinde, alınacak silah ve araçların seçiminde dikkat edilecek hususlardan biri de ülkenin ekonomik durumudur. Ülke ekonomisi, arzu edilen silahların tedariki için gerekli mali kaynakları sağlayabilecek güçte midir.? Yoksa bunun için dış yardıma mı ihtiyaç vardır? Eğer algılanan tehdit için gerekli silah, araç ve teçhizatın tedariki için yabancı bir ülke veya ittifakın dış yardımına muhtaçsanız veya siz öyle hissediyorsanız, bu durumda alınan dış yardımların bir bedeli olacaktır. Ayrıca, size yardım yapan yabancı ülke ile  askeri eğitim iş birliğiniz sıkı fıkıysa, silahlı kuvvetlerinizin mensupları  o ülkenin etkilerine açık olacak demektir. Burada asıl sorun, sizin milli menfaatleriniz, söz konusu ülke veya ülkelerin menfaatleri  ile çatıştığında ortaya çıkar. Sizin için hayati bir konu, o ülkeler için önemli olmayabilir. Sizin hassasiyetleriniz,  o ülkeler için hiç önemli olmayabilir. Ve siz milli menfaatleriniz için askeri harekat yapmak istediğinizde, bazen aşağılayıcı tarzda size engel olurlar. Her şeye rağmen harekatı icra ederseniz de size ambargo uygularlar.

Ülkenizin ekonomik gücü, yukarıda da bahsedildiği gibi, silah, araç  ve malzeme tedarikinizde önemli rol oynar. Eğer savunma sanayii, silahlı kuvvetlerinizin en azından temel ve kritik addedilen silah, araç, mühimmat ve malzemeyi, alt sistemler dahil üretebiliyorsa, milli menfaatlerinizi daha rahat takip edebilirsiniz. Yurt dışından silah alsanız bile, ekonomik gücünüz nedeniyle size ambargo konamıyorsa, yine istediğiniz silah ve aracı, gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. Kimse de size engel olamaz. Ama size örtülü veya açık ambargo koyma ihtimali olan ülke veya ülkelerden sırf daha iyi diye silah, araç veya alt sistem alıyorsanız, hata yapıyorsunuz demektir. Eğer söz konusu silah veya araçların yedek parçalarını savunma sanayii veya dış piyasadan temin edebiliyorsanız yine sorun yok demektir.

Şimdiye kadar hep silah ve araçlardan bahsettik. Ancak onlar kadar silahlı kuvvetler için önemli  diğer unsurlar;  doktrin, kurum kültürü, eğitim, gelenekler,  personel  yapısı ve yönetimi vb. dir. Silahlı kuvvetler, öğrenen bir organizasyon mu, yoksa yeniliklere kapalı mı? Kurum olarak yaratıcı mı? Değil mi? .Bunlar da silahlı kuvvetlerin savaş gücünü çok etkileyen unsurlardır. 2. Dünya Savaşında, 1940 yılında İngiliz ve Fransız Ordularının aslında daha güçlü olmalarına rağmen Almanlara karşı  yenilmelerinde, doğru doktrini benimsememeleri önemli rol oynamıştır. Disiplin durumu çok önemlidir. Disiplini zayıf bir ordu ağır baskı altında dağılır. Savaş gücünü muhafaza edemez. Hamas ve Hizbullah’ın, İsrail karşısında, Arap Devletlerinin Ordularına göre daha başarılı olmalarının önemli bir nedeni de, söz konusu örgüt militanlarının, Arap Devletlerinin düzenli ordularından daha disiplinli  olmalarıdır.

Silahlı Kuvvetlerin teşkil, teçhiz ve eğitilmesinde önemli hususları yukarıda büyük ölçüde inceledik. Ancak, silahlı kuvvetlerin başarılı askeri harekat icra etmelerinde kuvvet çarpanları dediğimiz kabiliyetler de silah sistemleri kadar önemli rol oynar. Bunlara; ağ destekli harekata uygun, etkin bir komuta kontrol sistemi, elektronik harekat/harp sistemleri, siber harekat yapabilme, etkin keşif, gözetleme ve istihbarat sistemleri, etkin ve hızlı  bir lojistik sistemin varlığı örnek verilebilir. Bu örnekler daha da artırılabilir. Bunlar, mevcut silah  sistemlerinin etkinliğini çok artıran  yeteneklerdir. Örneğin bir ordunun topçularının ADOP   (Ateş Destek Otomasyon Projesi) sistemi ile teçhiz edildiğini, silahların çoğunun 105 mm M101, 155 mm M114, 203 mm M115 gibi eski silah sistemlerinden oluştuğunu, karşı tarafın ise 105 mm L119, 155 mm M777 silahlarından müteşekkil olduğunu kabul edelim. .ADOP komuta kontrol sisteminin bir parçasıdır. ADOP Sistemi olan topçular karşı tarafa göre çok daha hızlı ateş açabilirler, ateşlerini toplayıp kaydırabilirler. Öbür taraf ise her zaman tepki vermekte geç kalacaktır. Komuta kontrol sistemlnde zafiyet, 1974 Kıbrıs Barış Harekatında Kocatepe Faciası  örneğinde olduğu gibi vahim durumlara yol açabilir. Bahar Kalkanı Harekatı, ağ destekli harekatı destekleyen bir komuta kontrol sistemi ve güçlü elektronik harp sistemlerinin; silahlı insansız hava araçları (TB2 ve Anka S), 155 mm Fırtına ve 122 mm Sakarya ÇNRA’nın etkinliği nasıl artırdığına güzel bir örnek olmuştur. Yine aynı harekatta ağ destekli harekat yeteneği, Türk Hava Kuvvetlerinin uzak mesafede hava ve kara hedeflerine isabetli atışlar yapmalarına imkan vermiştir.

Elektronik harp ve siber harp yetenekleri de bir ordunun savaş gücünü önemli ölçüde artırır. Elektronik harp vasıtaları hem düşmanın haberleşmesini dinleyerek istihbarat elde edilmesini sağlar, hem de karşı tarafın telsiz haberleşmesini engelleyerek düşman komutan ve karargahlarının, birliklerine emir ve komuta etmesine, birliklerinin harekatını takip etmesine engel olur. Elektronik harp birlikleri, düşmanın radar ve diğer erken ikaz ve atış kontrol sistemlerini körleterek, bu sistemlere bağımlı silahlarını etkisiz hale getirebilir. Yine radarların yerleri tespit edilerek, düşmanın taktik tertiplenmesi önemli ölçüde tahmin edilebilir.  Düşman, veribağı kullanıyorsa, bunun kesilmesi, en azından baskı altında tutulması, düşmanın emir ve komutasını sekteye uğratacağı gibi, bir kısım silah sistemlerini etkin olarak kullanmasına da engel olur. Bu kapsamda siber harp veya harekat yeteneği de günümüzde önem kazanan bir yetenek olarak öne çıkmaktadır. Günümüzde silah ve araçlar gün geçtikçe daha dijitalize olmakta, mekanik, hidrolik ve elektrikli kontrol sistemleri, yerlerini bilgisayarlara bırakmaktadırlar. Bu sistemler yazılımlara ve donanıma dayalı olup git gide birbirlerine daha çok bağılantılı olmaktadır. Nesnelerin interneti, veri füzyonu, yapay zeka vb. teknolojik yenilikler silah sistemlerine ve komuta kontrol sistemlerine de uygulanmaktadır. Bu yenilikler, sensörlerden gelen veriyi  hızla bilgiye dönüştürerek silah sistemlerinin kapasitelerini ve sinerjisini artırmaktadır. Ama bu durum yeni hassasiyetler de yaratmaktadır. İşte siber harp, rakiplerin/düşmanların  hassasiyetlerini istismar etmeyi hedeflemektedir. Modern ordular artık hacklenmeye karşı hassastır. Bu alanda kazanılacak  yetenekler, şüphesiz düşmanlara karşı büyük üstünlük demektir. Ancak, bu söylenmesi kolay, yapması oldukça zor bir olaydır. Başarıldığı takdirde ise ciddi etkileri olacaktır.  



Keşif, gözetleme  ve diğer istihbarat yetenekleriniz, size muharebe sahasında üstünlük sağlayacak yeteneklerdir. Eğer hedef istihbaratı elde etme yeteneğiniz kısıtlıysa, en modern silah sistemlerine sahip olsanız, dahi bir işe yaramaz. Hangi silahı kullanırsanız kullanın ilk önce hedefi görmeniz veya yerini tespit etmeniz gerekir. Etkili bir keşif ve gözetleme sistemi, sizi baskınlardan korur, düşman durumunu takip etmenizi, komutanlarınızın her seviyede doğru karar almasını sağlar. Hatta siyasi otoritenin doğru diplomatik hamleleri yapmasında rol oynar (Aslında bu daha çok dışişleri ve istihbarat bürokrasisinin görevidir.). İç istihbaratınız sağlam değilse, düşmanın sizi içeriden fethetmesine engel olamazsınız. İçeride meydana gelebilecek huzursuzlukları fark edememeniz, sizi olmadık yerde sıkıntıya sokar. Bu kapsamda insansız hava araçları, elektronik harp birlikleri, radarlar ile diğer sensörler ve diğer haber toplama vasıtaları; muharebe sahasının gözetlenmesi, hedef tespiti, düşman harekatının, özellikle temas hattı gerisinde düşman birliklerinin  takibi gibi düşman hakkında ihtiyaç duyulan bilgilerin elde edilmesini sağlayarak, komutanların ve karargahların düşman durumunu sağlıklı bir şekilde değerlendirmelerini sağlar. Komuta kontrol sistemleri ile kendi birliklerimiz, keşif, gözetleme ve istihbarat  sistemleri ile düşman durumu takip edilir. İstihbarat yetenekleri arasında; harekat bölgesinin coğrafi durumunun doğru ve ayrıntılı olarak bilinmesini sağlayan haritacılık ve jeodezi yetenekleri, (Google Earth vb. uygulamalar faydalı olmakla beraber her zaman arazi hakkında arzu edilen ayrıntıları vermez veya güncel olmayabilir. Bu uygulamalar özellikle matematiksel hesaplamalar için doğru sonuç vermeyebilir.), hava durumunu doğru olarak tahmin etmenizi sağlayan bir meteoroloji yeteneğiniz olması veya devletinizin bunu sağlayabilmesi de istihbarat açısından önemli yeteneklerdir. Düşman, arazi ve hava muharebe sahasının üç bilinmeyinidir. İstihbaratın maksadı, bu üç bilinmeyini aydınlatmaktır.

Çok önemli bir yetenek ise lojistiktir. Lojistik; tanım olarak, birliklerin oluşturulması ve idamesi için gerekli malzeme ve hizmetlerin, istenen yer ve zamanda hazır edilmesidir. Askeri açıdan lojistik; ikmal, bakım, ulaştırma, inşaat ve sağlık faaliyetlerini kapsar. Lojistik; titizlik isteyen, matematiği ve hukuki mevzuatı  esas alan, somut, olgulara dayanan, hayalciliğe yer olmayan, bir faaliyettir. İkmal, kaynakların doğru kullanılmasını, envanter ve stokların hassas bir şekilde takibini gerektirir. Bakım personeliniz yeterli sayıda ve eğitilmiş olmalı, yedek parça stoklarınız ve bakım teçhizatınız yeterli olmalıdır. Ulaştırma araçlarınız, ihtiyaç duyulan her türlü; kara (demir yolu dahil), deniz ve hava ulaştırma hizmetlerini yapabilmelidir. Örneğin kriz anında, istediğiniz birlikleri, harekat bölgesine taşıyamazsanız, karşı tarafı caydıramazsınız. Silahlı kuvvetlerin kışla, üs, eğitim ve atış alanları, depoları yeterli olmalıdır. Silahlı kuvvetleriniz, için harekat bölgesinde ihtiyaç duyulacak üs bölgeleri, tahkimat, uçak ve helikopter pistleri zamanında yapılmalıdır. Askerlerinize, harekat alanında, istenen yer ve zamanda sağlık hizmeti sağlanmalıdır. Eğer lojistik sisteminiz, harekatınızı destekleyemiyorsa, ne kadar modern silah ve aracınız olursa olsun, bir anlam ifade etmez. Çünkü doğru düzgün hiçbir şeyiniz çalışmaz. İran-Irak Savaşında, son derece modern envanterine rağmen, İran Ordusunun içine düştüğü durum buna bir örnektir.

Lojistik sistemle bağlantılı önemli bir husus, mühimmattır. Silah sistemlerinin kabiliyetini belirleyen mühimmatıdır. Mühimmat, eski model silah sistemlerinin etkinliğini korumasını sağlayan en önemli faktördür. Sonuçta silahın maksadı mühimmatı atmaktır. Silah ve platformların tam manasıyla etkin olması, envanterdeki mühimmata bağlıdır. Örneğin, 2.Karabağ Savaşında; Aselsan’ın yardımıyla, Azerbaycan, SU25 Taarruz Uçağının kullandığı FAB250 Bombalarına lazer güdüm kiti entegre etmiş ve QFAB250 LGK Bombasını geliştirmiştir. Bu mühimmatı kullanan Azerbaycan SU25 Taarruz Uçakları, Ermeni hedeflerine söz konusu hassas güdümlü mühimmat ile etkili taarruzlar icra etmiştir. Bu kabiliyet dünya üzerindeki SU25’lerin çoğunda yoktur. Rusya bile hassas güdümlü mühimmat ile taarruz için ağırlıklı olarak SU34 av bombardıman uçağını kullanmaktadır. Böylece Azerbaycan SU25’leri, Rusya SU34’leri ile benzer hassas güdümlü mühimmat ile taarruz yeteneğine kavuşmuştur. SU34 Uçağının fiyatı düşünülürse (36 milyon USD),  bu seçenek oldukça maliyet etkin bir çözüm olduğu ortadadır. Eğer platform veya silah değiştirilemiyorsa yahut pahalı ise, uygun mühimmat tedarik etmek veya geliştirmek genellikle maliyet etkin bir çözümdür. 



Yine son yıllarda icra edilen harekatlarda, ANKA S ve Bayraktar TB2  Silahlı İnsansız Hava Araçlarının MAM-L ve MAM-C atabilmeleri, esasen keşif ve gözetleme platformları olan bu İHA’ları, etkin ve kabiliyetli insansız taarruz uçaklarına  dönüştürmüştür. MQ9 Reaper tedarik edemediğimiz, Akıncı ve Aksungur  SİAH’ların geliştirme aşamasında olduğu bir dönemde, MAM-L ve MAM-C mühimmatını geliştirmek, şüphesiz  oldukça maliyet etkin ve akılcı bir çözümdür. Yine, etkin bir komuta kontrol sistemi, güçlü elektronik harp sistemleri, ADOP’la desteklenen topçu silahları, Türk Hava Kuvvetlerinin havadan yere hassas güdümlü mühimmat ile taarruz kabiliyeti, SİHA’larla birleşince, Şubat-Mart 2020 Bahar Kalkanı Harekatında TSK, Rus Hava Kuvvetlerinin himayesindeki Esad Rejimi Kuvvetlerine ağır kayıplar verdirmişlerdir. Bu harekat esnasında; Türk Hava Kuvvetleri, Türk Hava Sahası içinden, Suriye Hava Sahası içinde üç Esad Rejimi Savaş Uçağını düşürmüş, 100 km. içerideki hedeflere havadan yere hassas güdümlü mühimmat ile taarruzlar düzenlemiştir. Özellikle, Barış Kartalı Havadan İkaz ve Komuta Kontrol Uçağının bir kuvvet çarpanı olduğu bu harekatta iyice gözler önüne serilmiştir. Yoksa; F16 da, AIM120 Füzeleri de, envanterimizde daha önceden vardı. Ancak; Türk Hava Kuvvetlerinin, Suriye Hava Sahasında, sınırı geçmeden uçak düşürmesi, Barış Kartalı olmadan mümkün olmazdı. Ancak, orta ve yüksek irtifa hava savunma kabiliyetimizdeki yetersizlik, Fırat Kalkanı ve Barış Kalkanı Harekatlarında, Rus Hava Kuvvetlerinin hava taarruzları sonucu şehit vermemize neden olmuştur.  Yine Libya’da,  birliklerimiz Birleşik Arap Emirliklerine ait olduğu iddia edilen (resmi olarak doğrulanmadı) savaş uçaklarının, Vatiyye Hava Üssündeki unsurlarımıza seyir füzeleri ile düzenlediği taarruza maruz kalmış, ancak zayiat vermemişlerdir.

Yukarıda da bahsedildiği gibi, TSK, kuvvet çarpanları ile SİHA’ları kullanarak, muharebe sahasında fark yaratmış, Libya’nın Meşru Hükümeti ve Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerini desteklemiş ve sahadaki durumu müttefiklerimiz lehine değiştirmeyi başarmıştır. SİHA’lar ile TSK istenilen harekat bölgelerine taarruzi hava kuvveti sevk etme yeteneğine kavuşmuştur. TSK, ancak F16 göndererek sağlayabileceği etkileri, SİHA kullanarak yaratabilmiştir. Elbette, SİHA, F16’lar ile boy ölçüşemez. Ancak; operatif ve stratejik seviyede, müttefiklere hava desteği sağlanması paha biçilemeyecek bir yetenektir. F16’ları, politik sebeplerle, her istediğiniz yere gönderemezsiniz.  Ancak SİHA’ları gönderebilir, gerekirse müttefikinize geçici veya kalıcı olarak tahsis edebilirsiniz.  Bu yetenek, SİHA’lara MAM-L ve MAM-C entegresi ile mümkün olmuştur. SİHA’ların işletme maliyetleri savaş uçaklarına göre çok daha azdır. SİHA’lar, savaş uçaklarına göre çok daha az lojistik destek gerektirir. Böylece, TSK, Libya gibi nispeten uzak bir coğrafyada,  uzun süreli hava harekatı icra edebilmiştir. Bunu, örneğin Rus Hava Kuvvetlerinin, Suriye’de veya Fransız Hava Kuvvetlerinin Mali’de  icra ettiği hava harekatlarına göre çok daha az maliyet ve lojistik destek gayreti ile yapabilmiştir.


Yukarıda belirtilen hususları toparlarsak, silahlı kuvvetler genelde, algılanan tehditlere ve buna göre belirledikleri coğrafyalara göre  teşkil ve teçhiz edilmiş, buna göre eğitilmiş, hatta  kurum kültürü geliştirmişlerdir. Silahlı kuvvetlerin donatılmasında, eğitimlerinde ve kurum kültürlerinin gelişiminde, içinde bulundukları ittifaklar da önemli rol oynamışlardır. İttifakların başat devleti olan süper güçler, özellikle askeri yardım yaptıkları nispeten geliri düşük devletlere, yardımlar ve askeri eğitim işbirliği faaliyetleri ile kendi doğrularını dayatmışlardır.

Türkiye; 2.Dünya Savaşı sonrası, Sovyet Tehdidi nedeniyle ABD ile ittifaka, müteakiben NATO’ya girmiştir. O devirde gelir durumu oldukça düşük seviyede olan Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri, ABD Askeri Yardımı ile baştan aşağı donatılmıştır. ABD ile yapılan Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması ile TSK personeli eski Alman Sistemi yerine Amerikan Sistemi ile eğitilmeye başlanmış, çok sayıda personel ABD’de eğitim ve kursa gitmiştir. Bu faaliyetler bugün de devam etmektedir. Bu dönemde (1950’lerde başlayıp 1980’lerin sonlarına kadar devam eden süre)  TSK, ABD’nin verdiği silah  ve araçlarla, Soğuk Savaşın tehdit algısına göre yapılanmıştır. Örneğin Kara Kuvvetleri, NATO ile Varşova Paktı arasında çıkması beklenen  bir 3.Dünya Savaşına göre teşkilatını değiştirmiş, birlikler, icra edecekleri savunma harekatının  planında, kendilerine verilen görevleri yapacakları  bölgelere (savunma  mevzileri veya  ihtiyat görevi varsa toplanma bölgeleri)  yakın, en fazla bir günlük intikal mesafesindeki kışlalara yerleşmişlerdir. Bu dönemde Türk Kara Kuvvetleri yaya piyade ağırlıklı bir kuvvet yapısındaydı. TSK tamamen savunmaya odaklandığı için amfibi harekat ve hava hücum harekatına yönelik bir yeteneği  yoktu. (Hava İndirme vardı). Zaten çıkarma gemileri ve doğru düzgün helikopteri yoktu. Taarruz eğitimleri karşı taarruz kapsamında icra ediliyordu. TSK kendisine ne verilirse onu kullanıyordu. Eskiden kalan bütün talimnameler yürürlükten kaldırılmış, yerlerine ABD FM serisi talimnamelerin Türkçe tercümeleri ST (Sahra Talimnamesi)  adı altında kullanılmaya başlanmıştır. Bugün de durum çok farklı değildir. Ancak, son yıllarda daha milli talimname ve diğer askeri yayınların yazılması yönünde ciddi çalışmalar yapılmaktadır.

Bu durum 1950’lerde milli menfaatlerin takibinde sorun yaratmaya başlamıştır. Türkiye, artan Sovyet etkisi nedeniyle 1950’lerde Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak istemiş, ancak ABD, Sovyetlerle gereksiz gerginlik çıkmaması düşüncesi ile buna engel olmuştur. Zaten ardından gelen 27 Mayıs Darbesi ile bu müdahale tamamen rafa kalkmıştır. 27 Mayıs Darbesi ile eski sistemde yetişmiş subayların çoğu emekliye sevk edilerek tasfiye edilmiştir. Türkiye, Kıbrıs Sorunu ortaya çıkınca; Zürih ve Londra Anlaşmaları gereği Kıbrıs’ta bulundurabileceği Kıbrıs Türk Alayı dışında, Türk Mücahitleri desteklemek için gizlice askeri personel ve silah-mühimmat gönderebilmiş ancak, iki toplum arasındaki çatışmalara açıktan müdahale edememiştir. Çünkü bunu yapabilecek yetenekleri yoktu. Sadece, iki toplum arasında çatışmalar artınca iki defa (1963 ve1967) havadan bombardıman yapabilmiştir. ABD, meşhur Johnson Mektubu ile Türkiye’ye, askeri yardım olarak verdiği Amerikan malı  silahlar ile Kıbrıs’a müdahale edemeyeceğini sert bir şekilde ikaz etmiştir. Zaten Türkiye’nin de çıkabilecek gücü o dönem yoktu. 1960’larda ortaya çıkan zafiyet üzerine, o dönemin komuta kademesi, çıkarma gemileri ve helikopter tedariki üzerinde çalışmışlar, Deniz Kuvvetleri bünyesinde Amfibi Deniz Piyade Alayını ve Deniz Piyade Sınıfını teşkil etmişlerdir. Türkiye 1974 yılında, Kıbrıs Barış Harekatını icra edince, ABD Silah Ambargosuna maruz kalmıştır. Bu dönemde, yerli savunma sanayiinin kurulması için ilk çalışmalar kalkmıştır. Ancak, TSK’nın yapılanması hep Soğuk Savaş dönemine göre olmuş, amfibi harekat ve hava hücum harekatı dışında ilave fazla bir yetenek kazanılmamıştır. Örneğin 1970’lerde taarruz helikopteri tedariki için pek çaba sarf edilmemiştir. Aslında Soğuk Savaş dönemi TSK, başka bir yazının konusu. Ben sadece bu yazıya ilişkin hususları özetledim.

1984’de başlayan bölücü terör, TSK’nın karşısına yeni zorluklar  çıkarmış, TSK da bu zorlukların üstesinden gelmek için AH1P Cobra ve AH1W Super Cobra taarruz helikopterleri,  mevcut UH1’lere ilave olarak S70 Sikorsky, AS 532 Cougar gibi  hücum helikopterlerini,  BTR 60/80 ve Shortland taktik tekerlekli zırhlı araçlar vb. tedarik etmiştir. Listeyi uzatmak mümkündür. Hava Kuvvetleri bile havadan yere hassas güdümlü mühimmat tedarikini ve bunların yurt içinde geliştirilmesini, biraz da iç güvenlik harekatı ve buna bağlı sınır ötesi harekatların zorlaması ile yapmıştır. Ancak bu dönemde örneğin yüksek irtifa hava savunma sistemi tedariki için aynı ölçüde çaba harcanmamıştır.

Görüldüğü üzere TSK genelde, günün şartlarına ve tehdit algısına göre silah, araç ve teçhizatını tedarik etmiş, savunma sanayiini de bu yönde yönlendirmiştir. Yani ya tehdit esaslı bir yapılanmaya gitmiştir. Benim görüşüm ise artık biraz da yetenek esaslı bir yapılanmaya gitmelidir. TSK, çağın gerektirdiği bütün yeteneklere sahip olmalıdır. Örneğin siber harp üzerine daha çok eğilinmelidir. Yüksek irtifa hava ve füze savunma silah sistemi üzerinde zamanında yeterince eğilinmemesi, sonucu Suriye’de şehit verdik.

15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Rusya’dan S400 alınması, Türkiye’nin ABD ile arasının bozulmasına ve F35 programından Türkiye’nin çıkarılmasına neden olmuştur. ABD’nin yaptığı tam bir ahlaksızlık örneği olmuştur. Tabii bu konudaki tartışma teknik-askeri eksenli olmaktan çıkmış, siyasi bir boyut kazanmıştır. Benim görüşüm, Türkiye 2000’lerin başından itibaren çalışarak yerli veya ortak üretim bir yüksek irtifa bir hava savunma füze sistemi geliştirebilirdi. Ancak bu mümkün olmadı. S400 neden alındı, kararın ardında hangi saikler var bilemiyoruz. Ancak bu nedenle Türkiye’nin F35’den çıkarılmasının pek iyi olmadığı kanaatindeyim Çünkü Hava Kuvvetleri gelecek planlarını buna göre yapmıştı. F35 alınmasına karşı çıkanlar,  Milli Muharip Uçak (MMU) Projesi hayata geçene kadar, ara çözümlerle durumun idare edilmesini, MMU’nun ileride Hava Kuvvetlerinin dertlerine derman olacağını iddia ediyorlar. Bildiğim kadarıyla MMU farklı bir projedir. F35 ile MMU’nun beraber görev yapması planlanıyordu. Üstelik MMU, en iyimser tahminle 2035 gibi seri üretime başlayabilir. Bu süre zarfında F4’ler ve bir kısım F16’lar muhtemelen hizmetten çıkacaktır. Oluşacak boşluğun doldurulması için bazıları yeni uçak alınmasını gündeme getirmektedirler. Ben F16V dışında bir uçağın ara çözüm olmasını pek gerçekçi görmüyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi her uçak kendi kültürünü, sistemini dayatır. Eğer Hava Kuvvetlerine F16 dışında başka uçak alırsanız, bu uçağın tam anlamıyla, etkin olarak kullanılması, gerçekçi olursak 10 yıl gibi bir süre alır. Bu konuda şüphesi olanlar, F4 ve F16’ların Türk Hava Kuvvetlerine girişlerinden itibaren meydana gelen gelişmeleri inceleyebilir. Bazıları Çin veya Rus Uçağı alınmasını savunuyor. Rus veya Çin Uçaklarının tam manasıyla harbe hazır hale gelmesi, hem de büyük maliyetlerle en iyimser tahminle 15 senedir. Bu arada size uçak satacaklar mı? Siyasi iklim buna izin verecek mi? O da ayrı bir konu. Ben yakın zamanda, Türkiye’ye uçak satışına izin verecek bir siyasi iklim beklemiyorum

Peki Türkiye ne yapmalıdır. Benim düşüncem Türkiye, öncelikle Hürjet Projesini başarmalıdır. Hürjet, Türkiye’nin jet uçağı yapabildiğinin bir nişanesi olacaktır. Öte yandan mevcut SİHA, havadan havaya ve havadan yere mühimmat , gemisavar ve seyir füze projelerine devam etmelidir. Hava savuma  projeleri, gördüğüm kadarıyla iyi gitmektedir. Bu projeler devam etmelidir. Yine politik durumda komşularla gerginleşme emareleri varsa balistik füze sayısını artırmalıdır. Kimse çok fazla füzesi olan bir devletle kolay kolay dalaşmaz.  Çok fazladan kastım, her bir düşman hedefine atmanız gereken uçak bombası kadar füze veya uzun menzilli rokete sahip olmanız demektir. Zaten, hava kuvvetleriniz güçlü olsa bile yine de belli sayıda uzun menzilli balistik füzeniz ve uzun menzilli ÇNRA’larınız olmalıdır. Yine  Kamikaze İHA geliştirmeye, sürü İHA saldırısı üzerinde çalışılmalıdır. Tabii hepsinden önce; platformlara (uçak, gemi, tank) odaklanmaktan ziyade, hangi yeteneklere ihtiyacımız var, bunları nasıl elde edebiliriz, hangi platformlar bu yetenekleri bize kazandırır gibi sorulara cevap aramalıyız. Örneğin F35, bize çok önemli yetenekler kazandıracaktı. Eğer F35 alamıyorsak, hemen onun yerine başka nasıl uçak alabiliriz diye kafa yormaktan ziyade, F35’in bize kazandıracağı yetenekleri nasıl başka türlü kazanabileceğimiz üzerine  kafa yormak bizi daha iyi noktalara getirecektir. Zaten başka bir savaş uçağı bize F35’in kazandıracağı yetenekleri kazandırmaz.

Sonuç olarak, yalnız TSK, değil dünya üzerindeki orduların pek çoğu, tehdit odaklı bir yapılanmaya sahip olmuş, buna göre silah, araç ve malzeme tedarik etmiş, tehdit algılarına göre eğitim yapmış, doktrin geliştirmiş veya üyesi olduğu ittifakın doktrinini takip etmiştir. Ancak, tehdit odaklı yapılanma nedeniyle, yeni bir tehdit veya zorunluluk çıktığında, bütün ülkelerin silahlı kuvvetleri yeni tehditleri karşılama veya  kendilerine tevdi edilen yeni vazifeleri icra etmekte zorlanmışlar, çoğu zamanda başarısız olmuşlardır. Günümüzde güvenlik ortamı çok sık değişmekte, yeni tehditler ve yeni yetenekler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle silahlı kuvvetler mevcut tehditleri karşılayacak şekilde yapılanırken yetenek odaklı yapılanmalı, silah, araç ve malzeme tedarikinde kısa vadeli tehditlerden ziyade silahlı kuvvetlerin yeteneklerini geliştirmeye, hassas taraflarını gidermeye yönelik yapılanmalıdır. Mesela yüksek irtifa hava savunmasını sadece savaş uçakları ile sağlarız deyip yüksek irtifa hava ve füze savunma füze sistemi tedarik etmemek ileride ciddi sıkıntılar yaratır. Modern bir hava kuvvetinde hem modern savaş uçakları hem de modern hava ve füze savunma sistemleri olmalıdır. Kara Kuvvetleri örneğin; hem çöllerde, hem dağlarda, hem tropiklerde, hem şiddetli soğuklarda, hem de şehirlerde savaşabilmelidir. Silahlı kuvvetler hem insanlı, hem insansız sistemlere sahip olmalıdır. Ne insansız sistemleri, ne de teknolojinin büyüsüne kapılıp insanlı sistemleri ihmal etmemelidir. Yetenek odaklı yapılanma, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değişen tehditlere süratle uyum sağlamasını sağlayacaktır. En azından benim düşüncem bu yöndedir.